Yürüyen Anılar – Yavuz Ekinci

 

Kadın güzel 

Güzel anılar gibi güzel

Cemal Süreya

 

Masada iki kişi. Adam ve kadın. Adam, kış uykusundan yeni uyanmış bir kirpi gibi ürkek, şaşkın ve tedirgin. Kadın, denizin üstünde batan akşam güneşi kadar dingin, huzurlu ve ferah. Adamın yüzünde ellerine yer bulamamanın kederi. Kadının yüzünde gidecek olmanın hafifliği.  Kadının kucağında, siyah bez bir çanta. Siyah bez çantanın ortasında iki göz, hilal bir ağız ve siyah üzerine beyaz renkle çizilmiş gülen bir yüz. Altında beyaz harflerle “Do it with a smile!” Kadın kucağındaki siyah bez çantaya kaderini kucaklar gibi sarılmış.

Kadın kocaman siyah gözlerini adamın tedirgin yüzüne dikip bez çantaya dokunarak “Bunları sana getirdim,” dedi ve güzel bir anıyı hatırlarmış gibi gülümseyerek “benden sana bir şeyler kalsın istedim.” Ruhunun çölünde kaybolan adam, o an ne kıyıya yaklaşan vapurun sesini duyabildi ne de etrafında çığlık çığlığa uçuşan martıların coşkusunu. Camda kayan yağmur damlalarına benzeyen gözlerini çocuksu bir merakla çantaya dikip öylece bekledi.

Kadın elini bir sihirbaz çevikliğiyle çantaya daldırıp kocaman gözleriyle adamı süzerek “Meryem. Meryem Ana’yı çok severim. Benim için çok önemli,” deyip çantadan bir kupa çıkardı. Üstünde Michelangelo’nun Sistina Şapeli freskinin reprodüksiyonundan alınmış Meryem Ana’nın yan dönmüş bakan kesitinin baskısı vardı. Bir örümceğin ağlardan süzülüşü gibi beyaz, zarif parmakları kupanın etrafında gezindi. “Bu kupayı Amerika’ya ilk gittiğimde Saint Paul’s Chapel’den aldım. O günden beri de nereye gittimse bu kupayı da yanımda taşıdım. Sabahları güne başlamadan önce ilk kahvemi bu kupadan içerim. Çok bunaldığım ve sıkıldığım günlerde kupayı önüme koyup elem dolu kocaman gözleriyle sonsuzluğa bakan Meryem Ana’yla konuşurum. Bir gün Vatikan’a gidip St. Peter’s Bazilikası’ndaki Sistina Şapeli’nin tamamını görmeyi çok istiyorum. Ama yine de Vatikan’a gitmeyi hep erteledim. Sanki oraya gidersem, Meryem ve İsa’yla kurduğum bu bağ ve büyü bozulacak. Vatikan’a gidersen St. Peter’s Bazilikası’ndaki Sistina Şapeli’ndeki Meryem Ana kesitine benim için de bak ve fotoğrafını çek.” Durdu. Alnında oynayan anıları silmek ister gibi alnını bir iki kez ovuşturdu. “Sabah kahveni bu kupadan içersin,” diyerek kupayı bir serçenin yere konuşu gibi yavaşça masaya bıraktı. Adam bedeninde bir fazlalık gibi duran elini, bir uğraş bulmanın sevinciyle kupaya uzatınca kadın gülümsedi, “Bekle! Sabret,” deyip elini tekrar çantaya daldırdı. Adam bir sihirbaz gösterisindeymiş gibi şaşkın ve meraklıydı.

“Gül. Kırmızı gül.” Yüzü yağmurdan sonra açan gökyüzü gibi aydınlandı. “Gülleri sever misin? Özellikle kırmızı gülleri sever misin? Güllerin hayatımda çok büyük bir yeri ve önemi var. Çok severim. Aşkı çağrıştırdığı için değil, rengindeki koyu bana tutkuyu andırdığı için seviyorum. Üstünde kırmızı gül desenleri olan çok eşyam var. Hatta çalışma odamda üzerine kırmızı güllerle işli bir patiskam var.” Çantadan çıkardığı kırmızı gül desenleriyle süslü kalemliği önce güneşe tuttu. “Bak! Ne kadar güzel bir rengi var değil mi?” deyip masaya koydu. Kare kalemliğin dört yüzünde kocaman kırmızı birer gül. “Bu kalemliği çalışma masana koyarsın.” Kalemliği kupanın yanına bıraktı. Adam hüzünlü bir anıyı hatırlamış gibi gözlerini yumup üst üste birkaç kez yutkundu.

Kadın çantayı bağrına basıp gözlerinin içiyle gülümsedi. “İsa.” Kıyıya yaklaşmış olan gemiden telaşla inen insanların seslerine kulak verdi. “Dinlere inanır mısın?” Adamın cevap vermesini beklemeden, “Kurumsal hiçbir dine inanmıyorum ama inançlı biriyim. İsa’yı seviyorum. İsa’nın tutkusunu, fikirlerini ve sevgisini seviyorum. En zor anlarımda veya en mutlu anlarımda İncil’i açıp okurum. Bana göre İncil bu dünyadaki en güzel kitaptır. Onda bulduğum tadı hiçbir kitapta bulamadım. Hayatta okumaktan en çok keyif aldığım kitap İncil’dir. İncil, bana huzur veriyor. Ah İsa! İsa’nın bu fotoğrafını Kudüs’ten almıştım.” Sustu ve çantasından küçük bir fotoğraf çıkardı. İsa asasına dayanmıştı ve arkasında otlanan iki üç koyun vardı. İsa gözlerini kısmış sonsuzluğun krallığına bakıp kaderini düşünüyor gibi hüzünlüydü. Kadın, adamın gözlerine tutuğu İsa’nın fotoğrafını da masaya koydu. Adam yan dönmüş bakan Meryem’e, kan rengi güle ve asasına dayanmış İsa’ya baktı.

“Baykuşları sever misin?” Adam toparlandı ve merakla kadına baktı. “Baykuşları sever misin ya da baykuşların bilgeliğine inanıyor musun?” Adam, Meryem’in büyük gözlerine ve sonra da kadının huzurlu yüzüne baktı ve ikisi arasındaki benzerliğe şaşırdı. “Baykuşların büyük gözleri ve kocaman kafaları vardır. Ben onların renkli gözlerini, kocaman kafalarını, bilgeliklerini ve sonsuz huzurlu duruşlarını çok seviyorum. Evimdeki birçok eşyanın üzerinde baykuş resimleri var. Üstünde baykuş baskıları olan tişörtlerim bile var. Evde hayvan besleseydim kocaman bir baykuş alırdım ama evde hayvan beslemeyi sevmiyorum. Onları bir kafese kapatamam. Biliyor musun kuşları kafese koyanlara çok öfkeliyim. Derler ya bülbülü altın kafese koymuşlar, ‘ah vatanım’ demiş. Evde evcil hayvan beslemeyi sevmiyorum. Onları görünce de sinirlerim tepeme çıkıyor.” Çantadan ahşap bir kitap ayracı çıkardı. Bir istavrozu tutar gibi üstüne bir baykuşun tünediği kitap ayracını adamın soru yüklü yüzüne tuttu. Baykuş tünediği yerden kocaman gözleriyle etrafa bakıyordu. Adam baykuşla göz göze geldi. Onun kocaman gözlerinde kaybolup giderken kadın adamın yüzüne tuttuğu kitap ayracını da masaya koydu.

Kadın, bir nostaljinin arkasına takılmış gibi gökyüzüne, denize, Boğaz Köprüsü’ne ve göğün karnına saplanmış birer mızrak gibi duran minarelere baktı. Kadının alnında mağara duvarlarına çizilen resimler gibi şekiller belirip kayboldu. Gözlerini hafifçe kapatıp şehrin sesini dinledi. Seslerin berraklığı artıkça yüzü gölgelendi. “İstanbul.” Gözlerini açtı. “İstanbul. İstanbul’a bir kış günü geldim.” Çantadan bir anahtarlık çıkardı. Anahtarlığın üstünde rengârenk bir İstanbul resmi ve yanında da kırmızı bir kalp. Dalgalar gibi eğik bir yazıyla da altında “İstanbul” yazılıydı. “Geldiğim günün sabahı bu anahtarlığı aldım. O günden beri de sahip olduğum bütün anahtarları buna taktım.” Anahtarlığı avuçladı. “Evinin anahtarlarını buna takarsın ve benim yerime kapıyı her açtığında bunu sen avucunda sımsıkı tutarsın.” Gözlerini kapadı. Zihninden geçen anılar gökyüzünden uçuşan bulutların gölgesi gibi alnında dörtnala koşmaya başladı.

“Günlük tutar mısın?” Adam evet dercesine başını salladı. Çantadan pembe bir not defteri çıkardı. Kapakta kedi. “Hello Kitty, ortaokuldan beri notlarımı Hello Kitty defterlerine yazıyorum. Gittiğim her şehirden Hello Kitty defterlerinden alırım. Bu defteri Kanada’da okumaya gittiğimde Toronto’daki kitapçıların birinden almıştım.” Gözleri nemlendi. Burnunu bir iki kez çekti. Boğazında bir yumru varmışçasına üst üste yutkundu. “İlk, üç, dört sayfaya notlar yazdım ve sonra bu deftere yazmaktan vazgeçtim. Bu senin için. Bana söylemek isteyip söylemediklerini buraya yazarsın. Kim bilir belki bir gün yine karşılaşırız ve aldığın notları bana okutursun.” Gülümsedi. Defteri masaya bıraktı. Çantadan ortası bordo olan siyah bir kalem çıkardı. Üzerindeki “sınav/eskiz” yazısını alışkanlıkla okudu. “Bu kalem bana hep uğur getirdi. Bu kelemin uğuruna inandığım için hep bu kalemle sınavlara girdim. Zor geçirdiğim günlerin akşamı bu kalemle hayatıma dair notlar aldım. Bu kalem de senin için. Notlarını bu kalemle yaz. Belki sana da şans getirir.”

Karanlık gecenin verdiği tedirginlikle elini çantaya daldırdı ve bu sefer çantadan iki CD çıkardı. “Billie Holiday’ı hiç dinledin mi?” Adam hayır deyip başını sağa sola salladı. Bille Holiday’ın God Bless The Child albümünü istisnasız her doğum günümde dinlerim. Bu müziği sadece doğum günümde dinlerim. Daha sonra öylece unuturum. Bugünden sonra doğum günümde bu müziği sen dinle.” Diğer CD’yi eline aldı. “Bu CD’de tek bir parça var. Mazi Kalbimde Bir Yaradır. Bunu arabamın CD çantasından çıkardım. Yağmurlu havalarda araba sürerken bu parçayı dinlerim. Bunu sık sık dinle olur mu?” Adam “Olur,” dedi. Kadın şarkının sözlerini mırıldanınca şarkıdaki hüzün gelip adamın yüzüne kondu. Siyah bez çantayı katlayıp masaya eşyaların yanına bırakıp “Bu eşyalar artık senin. Bunlar senin için,” dedi. Suyun üzerindeki bulutlar gibi alnında geçmişin gölgeleri geçti.

Kadın oturduğu sandalyeden kalkıp denizin sessizliğine doğru yürüdü. Masadaki eşyalar hikâyeleriyle yapayalnız kaldılar. Adam, bedeninde bir fazlalık gibi duran ellerini hatırladı ve eşyaları yavaş yavaş hikâyeleriyle birlikte siyah bez çantaya koyup çantayı ömrünü kucaklar gibi sımsıkı sarmalayarak sokağın gürültüsüne karıştı. Adam kadından, kadın adamdan hızla uzaklaştı.

Kafenin önünde boş bir masa ve etrafında iki sandalye. Boş masa müşteri bekleyen patron kadar sabırsız. Sandalyelerse birazdan biri oturacakmış gibi sakin. Garson, adamdan ve kadından kalan son izleri ıslak bezle silip sakin duran sandalyeleri düzeltti.

YAVUZ EKİNCİ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Nisan Erdem, Everest Yayınları tarafından yayımlanan “Rüyanın Oltasında” adlı kitabının ardından Yavuz Yavuzer ile söyleşti.

Bağlantı profilde.

@1yavuzyavuzer
@nisan.e
@everestyayinlari
...

Ekibimizin üyelerinden Selnur Güneş, “Yıldızçiyi” isimli yeni öyküsüyle Yazı Işleri’nde.

Bağlantı profilde.

@selnurgunes
...

İlayda Özcan, “İlgili Edebiyatla” isimli yeni öyküsüyle Yazı Işleri’nde.

Bağlantı profilde.

@ilaydaa.ozcn
...

Senem Balaban, “Zavallı Yalnız Bilgisayar” isimli yeni öyküsüyle Yazı-İşleri’nde.

Bağlantı profilde.

@sen_emba_laban
...

Atakan Boran’ın yeni öyküsü “Eski Güzel Günler” Yazı İşleri’nde.

Bağlantı profilde. 📌

@atakanboran1
...

Tuğrul Karataş, “Kanlı Batak” isimli öyküsüyle Yazı-Işleri’nde.

Bağlantı profilde.

@tugrulkaratas
...

Gamze Güller, Everest Yayınları’ndan yayımlanan Zürafanın Bildiği kitabının ardından Yavuz Yavuzer ile söyleşti.

Bağlantı profilde.

@gamzegullergg @1yavuzyavuzer @everestyayinlari
...

Uğur Demircan “Masal” isimli yeni öyküsüyle Yazı Işleri’nde.

Bağlantı profilde.

Fotoğraf: Aydın Akburak
...

Sudenaz Kahraman, “Kül” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@sudenazzkahraman
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin son öyküsü “Bakkalın Oğlu” Sümeyye Batur’un kaleminden Yazı İşleri’nde.

@spslslsmy

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin üçüncü öyküsü “Mavi Güneş” Enes Yazan’ın kaleminden Yazı İşleri’nde.

@enesyazan_

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin ikinci öyküsü “Süt” Azra Ertek’in kaleminden Yazı İşleri’nde.

@azrertk

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin ilk öyküsü “Radyo” Arman Yazan’ın kaleminden Yazı İşleri’nde.

@armanyazan_

Bağlantı profilde.
...

“Merhaba, ben Füruzan…”

Murat Uğurlu’nun kaleminden, üç uzun yaz ikindisinde yolunun kesiştiği Füruzan’a veda mektubu “Benim Füruzanlarım” Yazı İşleri’nde.

“İnsan olmak böyle bir şey midir acaba? Beşikten mezara upuzun, harcıâlem, manasız bir huzursuzluk…”

Bağlantı profilde.

@murat.vesaire
...

Van’da genç yazarlara, “Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak” isimli bir atölye veren Serpil Canalan bu yolculuğunu “Bir Çizgili Defter Meselesi” yazısıyla kaleme aldı.

Bağlantı profilde.

@serpilcnln
...

Mehmet Can Şaşmaz, “Ceza” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@mehmetcansasmaz
...

Ahmet Erkam Saraç, “Sakın Efsane Söyleme” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@aerkamsarac

Bağlantı profilde.
...

Oğuz Dinç, “Herkesin Derdi Kendine” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@oguzdinc_official

Bağlantı profilde.
...

Dilara Ulu, “İzafi Mesele” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@dileabag

Bağlantı profilde.
...

Mehmet Can Şaşmaz, “Ödül” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@mehmetcansasmaz
...

Bu hata mesajını yalnızca WordPress yöneticileri görebilir
Hata: Erişim Tokeni geçerli değil veya süresi sona ermiş. Akış güncellenmiyor.

Yazı İşleri


Künye

Yayın Yönetmeni

Murat Çelik


Yayın Kurulu

Duygu Değirmenci

Elif Yeşilkaya

Eris İnal

Fırat Yılmaz

Gülcan Ayral

Hatice Tosun

Müge Oskay

Salihcan Sezer

Tolga Esat Özkurt

Yavuz Yavuzer

İletişim

[email protected]

Press ESC to close