Yalnızlığın Kedi Hali: “Hanım” – Serpil Canalan

Hani bazı filmler bazı hikâyeler vardır; hiç eskimez, zamana yenilmez. Halit Refiğ ve Nezihe Araz imzalı 1989 yapımı Hanım filmi de hissettirdikleri, düşündürdükleri ve “yalnızlık” kavramına ait yansıttığı türlü halleriyle zamansız bir film/hikâye. Dönemin sinema anlayışı ve örneklerinin aksine yalın, sade ama sarsıcı üslubuyla Türk sinemasının başyapıtlarından biri olarak bir kez daha anılmayı ve hatırlatılmayı hak ediyor.

Neden bu film hakkında yazdım, yazmalıydım? Neden bu kadar eski bir filmi gündeme aldım, düşünüp, düşündürmek istedim? Yazdım; çünkü bu hatırlatmayı kendime bir borç bildim. Ne de olsa zarafete, kibarlığa, nezakete ve sevgiye olan ihtiyacımız, özlemimiz bir mesele olarak hep baki.

Hanım yaşlı bir kadın ve kedisi etrafında örülen bir yaşlılık ve yalnızlık hikâyesi. Ölümü karşılama merasimi…

Adnan Saygun’un 1934 yılında çocuklar için bestelediği İnci’nin Kitabı adlı piyano eserinden bir bölüm olan İnci’nin fonda olduğu müzikle, 1980’lerde puslu, nemli, yağdı yağacak bir İstanbul sabahında başlar film. Yeni uyanmış şehrin sokakları arasında ince, sarsak bedeniyle, evhamlı görünen yaşlı bir kadın görürüz. Bir olayın veya bir hikâyenin sonuna gelindiği, sonuçlandığı hissini veren kederli müziğin eşlik ettiği görüntülerde yokuşlar inen, yokuşlar çıkan yaşlı kadının çaresiz hali merak uyandırıcıdır. İnci’nin Kitabı adlı eserin çocuklara yönelik olması bu sahnenin alt metnine ilişkin; yaşlılık ve çocukluğun yavaşlık ve güçsüzlük açısından birbiriyle kesiştiğini düşündürür. Yaşlılık dediğimiz şey belki de yeniden çocukluğun sınırlarına dönülmesi, insanın çocukluğa büyümesi, varmasıdır. Yaşlılık ve yaşlılığa özgü yalnızlık, eski, eksik olanın dışlanmışlığı ve ötekiliği hakkında düşünmeye ve duyarlılığa davet eden filmin, bu ilk sahneyle birlikte metaforik söylemini örmeye başladığı anlaşılır. Nitekim ileriki sahnelerde yaşlılığın anlamı ve yalnızlığı konusunda başka türlü işaretlerle karşılaşmaya devam edeceğizdir.

Demode giyimi, kuşamıyla 1930’lu yıllardan kopup gelmiş gibi görünen, elindeki kafesin içinde boynuna kırmızı bir kurdele bağlı bembeyaz bir kediyle aceleci ama zorlanan adımlarla sokaklarda yürüyen bu yaşlı kadın nereye yetişmeye çalışıyor? Bu yaşta bir kadının ne için, nasıl bir acelesi olabilir ki? Koca şehrin keşmekeşi içinde elindeki büyük kafesle, telaşlı yürüyüşüyle dikkat çekici ve tuhaftır. Onu yolda gören mahalle sakinlerine göre; bu yaşlı, kedili kadın düpedüz bir kaçıktır ve yalnızlıktan delirmiştir.

Yaşlılık dediğin eskimiş bir geminin tamiri mümkün olmayan arızası, gemi kaptanının emektarını şöyle son bir kez düdüğünü çala çala çıkardığı son sefere benzer. Yaşamın buruşmuş, eskimiş, görmezden gelinen bu evresi; boyuna duran, bir şeylere sadece seyirci kalmaya mecbur bırakılan, geçmişe özlemle ilenen, dinlenmekten yorulan, beklemekten mürekkep o durma halinin içinde kaynaşan boşluk, tarifsiz bir yalnızlıktan ibarettir.

Üstelik bu yaşlı kadın, hediye paketi gibi taşıdığı kediyi birilerine beğendirme hevesiyle süsleyip kime gidiyor olabilir? Hem kim ne yapsın kediyi, sokaklarda renk renk istemediğin kadar bir dolusu varken? Üstelik kimine göre de baş belasıdır şu kediler ve renklilikleri – ki kimine de durup dururken batmaz mı bir kedinin sağ canı? Kiminin de dünyasını daraltır bir köşede tortop kendine sarılmış, öylece mırmır uyuyanı.

Acelesi vardır yaşlı kadının çünkü rahim kanseridir ve yaşayacak günleri sayılıdır. Zamanın gerisinde kalmış, piyano eğitmeni yapayalnız yaşlı bir kadındır Olcay Hanım (Yıldız Kenter). Modası geçmiş, ahşap eski büyük bir köşkte, kedisi Hanım ile yaşamaktadır. Olcay Hanım ölüme yaklaştığı günlerde belki de hayatının en sarsıntılı, en hızlı günlerini yaşıyordur. Hayattaki tek yakını, sevdiği olan biricik kedisini ölmeden önce güvenilir bir yuvaya emanet etmesi gerekiyordur. Ölümün kıyısında, yaşamla arasında incecik de olsa tek bir bağ vardır: Hanım’ın yaşamına ve geleceğine duyduğu endişe.

Adını bir kediden alan film kırılgan, yaşlı ve kanser hastası bir Osmanlı Hanımefendisi olan Olcay Hanım ve Hanım’ın yalnız, sessiz, çaresiz yaşantısının iç burkan birkaç gününe odaklanıyor.

Yıllar önce deniz subayı olan eşini bir gemi kazasında kaybetmiş, eşine ve eski zamanlara duyduğu özlemle kocamış bir köşkte yaşayan Olcay Hanım’ın, Hanım dışında hayatta sevgi ve yakınlık duyduğu kimsesi yoktur. Kızı dahil kimseden bir şey beklemeyen Olcay Hanım, kendine yetebilen vakur bir kadınken Hanım için güvenli bir yer bulmak için kapıları çalar ancak kimsede bir kediyi sevecek ne zaman ne de bir kalp vardır. Olcay Hanım’ın kedi seven, iyi bir yer umuduyla aradığı kapı, belki de o güzel dünya hayalinin imkânsız tarifidir. Çünkü mahalle kasabının Olcay Hanım’a hatırlattığı gibi: “Artık kimsenin gözünün kedi medi gördüğü yok. O, tahta evler zamanıydı.” Güzele ve iyiye dair her şey eskide kalmıştır. Tahtadan betona evrimleşen antroposen insanın katılaşan, yozlaşan, ruhsuzlaşan ve acımasızlaşan kurgulanmış bireyliği, o her şeyin hâkimi gördüğü yüce ve üstün aklı(?), yüreğini yitiresiye gelişmiş, gelişmiş, gelişmiştir.

Olcay Hanım, İstanbul’un yerlisi olmasına rağmen değişen ve dönüşen şehre ve insanına yabancıdır. Dışarıya çıktığı zamanlarda şehrin gürültüsü, gördükleri, gözlemlediklerini şaşkınlıkla yadırgar, üzüntüyle derinden sarsılır. Ne şehir ne de insanlar artık Olcay Hanım’ın tanıdığı bildiği gibi değildir. Yeni dünya insanı kaba, bencil ve kendinden zayıf olan üstünde kurduğu tahakkümle güçlenir. Özellikle insan dışı hayvanlar bu tahakküme fazlasıyla ve maalesef maruz kalır. Madam Siranuş’un kedileri, bir hizmet adı altında belediye tarafından zehirlendiğinde Olcay Hanım için dünyanın sonu gelmiştir artık. Bu vahşetin karşısında iyiden iyiye soğur insanlıktan. Şimdi Hanım’ı emanet etmek için aradığı o kapının ihtimali de büsbütün yok olmuştur artık.

Olcay Hanım ve Hanım, sokakta tanımadığı insanlar tarafından taciz ve aşağılanmaya uğrar. Antroposen çağın mağdurları bir kez daha kadınlar, yaşlılar ve hayvanlar yani kırılganlar olur.

Kızından dahi sakladığı hastalığıyla günden güne solan Olcay Hanım’ın bütün mahremini, yaşamını gören, duyan tek canlı Hanım’dır. Ne ki Hanım da tıpkı Olcay Hanım gibi kalabalıklarda yapamayandır. Bu yüzden de Olcay Hanım’ın gözünde bir çocuktan farksızdır. Yıllarca köşkte, sevgi ve ilgiyle yaşamış, sokakta var olamayacak kadar savunmasız, tam bir “hanım”dır. Sokağı ve acımasızlığını tanımayan bir ev kedisidir. Tıpkı kocasının anıları, fotoğraflarıyla bir nostaljinin içinde sürüklenen, hastalığı ve ölüm korkusuyla bir başına mücadele eden Olcay Hanım gibi, şehirden ürkmektedir. Dış dünyanın acımasızlığına, kurallarına direnecek güçte değildir. Hanım ve Olcay Hanım, yaşam karşısında naif, kırılgan ve ötekidir.

Dönemin Batı hayranlığı modasını ihlal eden Olcay Hanım, öğrencisi Canan’a piyano derslerinde yerli eserler çalmayı öğreten, insanlar tarafından hayal kırıklığına uğramış da olsa nezaketini kaybetmeyen, zamanın gereklikleriyle uyuşmayan bir karakterdir. Olcay Hanım’ın sanat anlayışını benimseyen, ailesinin aksine onun tavsiyelerine beğeniyle uyan ve yerli klasikler (Ahmet Adnan Saygun, Cemal Reşit Rey gibi) karşısında büyük bir heyecan duyan Canan, kibarlığı ve sevecenliğiyle -azınlık da olsa- o özlenen dünyaya dair bir umut ve özlenen insanın temsilcisi gibidir.

Bir kedinin kaderi ve yalnızlığıyla kendine yansıyan Olcay Hanım, eski ile yeninin uyuşmazlığı arasında savrulurken bir yandan da kendini ölüme alıştırmaktadır. Bu konuda eşinin hayaleti ona yardımcı olur ve ziyaretleriyle onu ölüme hazırlar. Yaşamla ölümü iç içe düşünmek, anlamak durumunda kalan Olcay Hanım, ölümü zor da olsa kabullenir. Bir ev dolusu kediye sahiplik eden Madam Siranuş’a dediği gibi çok uzak bir yere, uzun bir yolculuğa çıkacaktır.

Hayatta tek sahip olduğu, değer verdiği şey olan gemisini kaybeden Necip Kaptan (Eşref Kolçak), Olcay Hanım’a itiraf edemediği bir yakınlık, aşk duymaktadır. Zaman zaman karşılaştığı, kısa sohbetler ettiği bu kadına duyduğu aşkın içini yakan yangınında, yalnız ve soğuk bir yaşantısı vardır. Necip Kaptan sevgiyi, aşkı, adanmışlığı bildiği, tattığı halde Olcay Hanım’ın kedisine duyduğu sevgiyi anlayamaz, hatta küçümser. Olcay Hanım ise bu küçümsemeye karşılık “… Ben de sizden hoşlanmıyorum” der ve sevgiyi özne veya öznelerle sınırlayan anlayışı yıkar, geçer.

Filmin hikâyesi bir “son”la başlar ve yeni bir başlangıçla biter. Bize kalansa Olcay Hanım’ın köşkün penceresinden dünyaya evhamlı, yol gözleyen bir anne gibi bakan hayaleti, Necip Kaptan’ın zamanında büyük işler başarmış ancak artık bir işe yaramayan ölüye çıkarılmış kırk yıllık gemisi, kapısında “Satılıktır” yazan öksüz köşk ve kapı dışarı bırakılmış Hanım’ın bir paltonun içinde, âşık bir kalbin üstünde yeni hayatına duyduğu yabancılıkla seslenişidir: miyav, miyav

SERPİL CANALAN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uğur Demircan “Masal” isimli yeni öyküsüyle Yazı Işleri’nde.

Bağlantı profilde.

Fotoğraf: Aydın Akburak
...

Sudenaz Kahraman, “Kül” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@sudenazzkahraman
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin son öyküsü “Bakkalın Oğlu” Sümeyye Batur’un kaleminden Yazı İşleri’nde.

@spslslsmy

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin üçüncü öyküsü “Mavi Güneş” Enes Yazan’ın kaleminden Yazı İşleri’nde.

@enesyazan_

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin ikinci öyküsü “Süt” Azra Ertek’in kaleminden Yazı İşleri’nde.

@azrertk

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin ilk öyküsü “Radyo” Arman Yazan’ın kaleminden Yazı İşleri’nde.

@armanyazan_

Bağlantı profilde.
...

“Merhaba, ben Füruzan…”

Murat Uğurlu’nun kaleminden, üç uzun yaz ikindisinde yolunun kesiştiği Füruzan’a veda mektubu “Benim Füruzanlarım” Yazı İşleri’nde.

“İnsan olmak böyle bir şey midir acaba? Beşikten mezara upuzun, harcıâlem, manasız bir huzursuzluk…”

Bağlantı profilde.

@murat.vesaire
...

Van’da genç yazarlara, “Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak” isimli bir atölye veren Serpil Canalan bu yolculuğunu “Bir Çizgili Defter Meselesi” yazısıyla kaleme aldı.

Bağlantı profilde.

@serpilcnln
...

Mehmet Can Şaşmaz, “Ceza” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@mehmetcansasmaz
...

Ahmet Erkam Saraç, “Sakın Efsane Söyleme” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@aerkamsarac

Bağlantı profilde.
...

Oğuz Dinç, “Herkesin Derdi Kendine” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@oguzdinc_official

Bağlantı profilde.
...

Dilara Ulu, “İzafi Mesele” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@dileabag

Bağlantı profilde.
...

Mehmet Can Şaşmaz, “Ödül” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@mehmetcansasmaz
...

Hatice Tosun, Duygu Terim’in “Aslında Her Şey Yolunda” kitabı üzerine yazdı.
Yazı İşleri’nde okuyabilirsiniz.

Bağlantı profilde.

@htc.tsn
@duyguterimm
@notoskitap
...

Patricia Engel’in “Aida” isimli öyküsü Zeynep Rade çevirisiyle Yazı Işleri’nde.

Link bağlantıda.

@patricia__engel @zeyneprade
...

Gizem Eroğlu, Sergey Arno’nun “Kapılar” isimli öyküsünü Yazı İşleri için çevirdi.

Bağlantı profilde.

@gizemm.eroglu
...

Taner Gülen, “Veçhe Farkı” isimli yeni denemesiyle Yazı İşleri’nde.

“Onca şahesere rağmen yazmayı sürdürürüz. Bir yere varmayacağını bildiğimiz bir devamlılığın eline bırakırız kendimizi. Eğer tersi geçerli olsaydı Shakespeare’den, Dostoyevski’den, Kafka’dan, Joyce’tan sonra hiç kimse kalem oynatmaya, tek bir laf etmeye kalkmazdı.”

Bağlantı profilde.
...

Yavuz Yavuzer, yakın zamanda Sel Yayınları’ndan yayımlanan “Âlemciler” isimli öykü kitabının yazarı Zafer Doruk ile söyleşti.

Link bioda.

@zaferdoruk421 @1yavuzyavuzer @selyayincilik
...

Lydia Davis’in yeni kitabı Our Strangers’tan kadınlığın aşamaları ve bir kız çocuğundan bir kadına dönüşmenin kafa karıştırıcılığı üstüne bir yazı, “Hayatımdaki Yeni Şeyler” Yazı Işleri’nde. Müge Oskay çevirdi.

Bağlantı profilde.

@mugeoskay
...

Deniz Büyükbozkırlı, “Yalnızlara Özel Menemen” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

“Menemenimi sahanıyla televizyon karşısındaki sehpaya taşıyorum. Ekranda adamın biri atölyesinde eyer yaparken atının geçirdiği kazayı, bacağındaki yarayı anlatıyor. Dünyaya at olarak gelmek ister miydim? Sağlam bir çifte atıp dört nala kaçmak? Aklım hep başka yerde, hep yanlış yerde…”

Link profilde.

@denizaybozkir
...

Yazı İşleri


Künye

Yayın Yönetmeni

Murat Çelik


Yayın Kurulu

Duygu Değirmenci

Elif Yeşilkaya

Eris İnal

Fırat Yılmaz

Gülcan Ayral

Hatice Tosun

Müge Oskay

Salihcan Sezer

Tolga Esat Özkurt

Yavuz Yavuzer

İletişim

[email protected]

Press ESC to close