Yara Bere İşleri – Gökhan Bakar

Yara Bere İşleri – Gökhan Bakar

Gecemi ve sabahın ilk saatlerini sineklere armağan ettim. Sevgi, hayatımı bütünüyle eyerlemeye hevesli, dakikada bir vızıldıyor.

“Kalk lütfen. Annem mıhlama yaptı.” Tereyağı yanmıştı. Zaman durmuyordu.

Varlığımı sürekli yıkan, hayatta kalma isteğimi yok eden bir yanık kokusu gibiydi o an. Suçluluk yemin tutmuyordu. Etrafıma huzursuzluk verecektim. Şu mahmurlukta bile beni tek bir şey ilgilendiriyor: tasarladığım atmosferin temsili ile gerçekleşecek olan arasındaki eşleşme.

Boklu deresi, kıraathanesi, bahçeli ya da tek katlı evleri, ormanı ve deniziyle dünü günü aynı ve tam teşekküllü bu köy, kaşıntımı tetikliyor. Yorganı üzerimden aldı. Tavadan çektikçe uzayan sarı ve yapışık o iğrenç şey yüzünden yataktan kaldırıldım. Sanki meraklısıydım. Savaş başladı.

Balkondaki kahvaltı masasında, tam benim oturacağım sandalyenin karşısında, çiğ mavi gözleri fıldır fıldır dönen kişi benim daha o an düşmanım olmuştu. Alnı terli, elleri kirli ve parmakları süpürge borusu gibi kalın bir adam azmanı… Yamuk yumuk elleri bir göğüs kıllarında bir mıhlama tavasının içinde geziniyor. Dondum kaldım, ona tiksinerek bakıyorum, o da evin yeni damadına merakla. Kıyafetinden yüzüne her yeri yeşillenmiş. Ter ve benzin kokusunu masaya getirmiş. Düşmanımın yanında kayınpeder, kayınpederin yanında kayınvalidem oturuyor. Sevgi’nin bana küçük kahvaltı sürprizi: masada bir tırpan işçisi. Bahçeyi biçiyormuş, molasında kahvaltıya çağrılmış, ikiletmemiş. İkiletseydi?

Sevgi üçlerdi, ısrar ederdi. Onun iç dünyası güzel algılar yumağından, fesada uğramamış hoş fikirler silsilesinden, türlü inceliklerden mürekkepti. İyilik dürtüsünün diğer bütün dürtüleri soğurduğu bu nevi şahsına münhasır kadın başta ilgimi çekmişti, “Belki,” demiştim, “ben de insan falan severim.”

İki ay önce yolda anahtarla bir boşluğu açmaya çalıştım. Ayıldığımda onun dairesindeydim.

“Apartmanın önünde sızmışsınız.”

“Evime çıkarsaydınız keşke, böyle daha da zahmet olmuş.”

“Anahtarınızı ceplerinizde bulamadım komşu.”

Gözlerimi ovuşturdum, gözleri güzeldi.

“Sanırım boşluğun üstünde kaldı.”

“Anlamadım?”

“Anahtarlar. Çilingir çağırmalıyım.”

“Kahve yapayım ben size. O işe sonra bakarız.”

İkinci kahveleri de içtikten sonra aç karnına seviştik. Ağzımı geri ittirdi. Titreyen dizlerinin arasına sıkıştırdı başımı. Diğer eliyle kendi ağzını kapattı. O halde beni tek bir şey ilgilendiriyordu: apartmanın ses yalıtımı zayıftı. Bu ona iyi gelmiyordu. Sapanca’dan akşam için bungalov kiraladık. Çilingir aramakla zaman kaybetmemiştik.

Belirlenmiş yaşanacaklara doğru sürmüştüm. Sağanak şiddetini iyice artırdı, ben hızımı. Ufukta sırılsıklam ıslanmış biri belirdi.

“Yavaşla Mesut. Şu ileridekini arabaya alalım. Mahvolmuştur bu yağmurda.”

“Biliyorsun. Dün gece beni evine aldın. Sonrası malum.”

“Kötü olmadı işte, tanıştık.”

“Ama tesadüf kötülüğe de açık.”

“Hayatın bundan kaçındığın zaman daha iyi korunmuyor. Geleceğin belirlenemediğini bilmeyecek kadar saf değilsindir umarım.”

“Buna ya da aksine inanmanın neresi saflık? Sen sanki şu adamın tehlikeli olma ihtimalini azımsadığında pek akıllı davranmış oluyorsun. O kendi doğasının kurallarıyla bağlı, sen bunu değiştiremezsin.”

“Kontrolümüz dışında olana yapacak bir şey yok. Dur lütfen!”

“Buyur in, arka koltuklar öne doğru yatıyor, bagajda da yer var istersen.”

“Eğlenme benimle Mesut. İnsana çok benziyordu uzaktan.”

“Neyse ki bu defa yalnızca vitrin mankeniymiş.”

Otobanda teklif ettim ona evlenmeyi.

Yol kenarına terk edilmiş bir vitrin mankenine gösterdiği yardımseverlikten hemen sonra öylece ağzımdan çıkıverdi, ikiletmedi. İkiletseydi?

Baktı çakıldığım yerden milim kıpırdamıyorum, beni balkondan içeri doğru çekti, kapının az gerisinde fısıldaştık:

“Ayıp değil mi? Dik dik bakıyorsun adama.”

“Midem bulandı. Kahvaltıya yabancı mı çağrılır? Üstelik kokuyor adam.”

“İşçi o, işçi. Kimseyi aşağılama lütfen Mesut. Hem pijamayla çıkılmaz insan içine. Her şeyin ortada. Ağzın burnun birbirine karışmış. Pantolonunu falan giyin. Yüzünü yıka da hemen masaya gel.”

“İşçi bokuyla püsürüyle masaya oturabilir; ben çapağımla pijamamla ayıp etmiş olurum, öyle mi? Seni rahatsız eden sikimden daha kalın bir parmak, bütün tabakların içinde geziniyor. Tavanın dibini tokatlıyor herif eliyle. İştahım falan kalmadı benim.”

“Abartma canım. Hakkı Abi bizim insanımız. Sana ayrı tabak hazırlarım. Hakkı Abinin karşısına ben geçerim. Sen de benim yanıma oturursun. Hadi, çabuk ol.”

“Mıhlama falan istemiyorum. Peynir zeytin yeter.”

Şikâyetimden çokça keyif ama az rahatsızlık duydum. Önceden böyle değildi. Vurur geçerdim. Arkama bakmazdım. Lakırdı etmeye, kendimi Sevgiciğimin Hakkı Abisiyle biraz ilgilenmeye zorladım. Şehirdeki hayattan, mühendisliğin geleceğinden, ekonomiden falan bahsettim. O da bir zamanlar Beykoz’da yaşamış. Anılarını anlattı. İnşaatçılıkla uyuşmayan ve çelişkili anılardı, fort atmasını bozmadım. Müsaade istedim. Cebimden çakmağı sigarayı çıkarıp balkonun diğer ucuna geçtim. Kafamda ona biçtiğim beş dakikalık utanç süresini doldurmadan peşimden geldi sırtlan.

Tasarladığım atmosferin temsili ile gerçekte olan arasındaki uçurum moralimi bozdu.

“Bende kalmadı. Köylük yer.” Elini paketime teklifsiz uzattı. İçinden bir tane çıkarıp verdim.

“Çarşıya inersen bana da alır mısın bir paket?” Cebinden otuz lira çıkardı. Hakkı’nın sigarasını aklımda tutacak değildim.

“Paraya lüzum yok. Sen bu paketi al.”

Mutluluktan ağzının içi gözüktü, foruk, çürük. İkiletmedi, pakette on beş on altı dal daha var, nevaleyi aldı. Bir cebine parayı, öteki cebine paketi koydu.

“Bunu cebinden çıkarırken para da çıkıyor. Düşüyor sonra fark etmiyorsun. Parayla sigarayı aynı cebe koymayacaksın, birbirine düşman bu ikisi.”

Cevap vermedim, hızla kayboldu. Sevgi, bana aşkla baktı. Birden kayınvalidemin çığlıkları duyuldu.

Bulaşık makinesinin altına fareler yuva yapmış. Annesi ölmüş altı sıçan yavrusu, yastık içlerinden yapılmış yünden yuvalarında ciyaklıyor. Kayınpeder kürekle sıçanları tenekeye aldı. Tekinin kuyruğunu kopardı, ötekinin kafasını. Çöpe atacak bütün yavruları. Sevgi, babasına ısrar etti.

“Olmaz, onlarınki de can.”

“Al koynuna yat o zaman.”

“Olmaz. Sevgi koynuna beni alıyor,” deyiverdim. Münasebetsizliğim soğuk rüzgâr estirdi.

“Bahçeye bırakalım.”

“Bunlar bahçeye zarar verir kızım.”

“Tenekede kalsınlar şimdilik. Çarşıya çıkarız az sonra Sevgi’yle. Yolda ormana bırakırız.”

Mutlu oldu. Hazırlanmaya gitti, ben de peşinden… Arkasından yaklaştım. Sabahtan beri gösterdiği iyilik performansı beni biraz azdırmıştı. Sevgi, sevişmek istemedi.  

“Babamın evinde uygun değil.”

“Neden kararları hep sen veriyorsun?”

“Babam görürse çükünü keser senin.”

“Ne münasebet? Babana neden gösteriyorum?”

“Ya Mesut, çok tatlısın sen.”

Yanaklarını öptüm.

“Cani adama bak, annesiz kalmış yavruları canlı canlı çöpe atacak. Cezalandırmak istemez misin onu?”

İtiraz etti. Keyfim kaçtı. Gök gürledi.

Arabaya bindik. Sevgiyi öğreneyim derken yersiz bir iç sıkıntısına düştüm. Tenekede yavrular ciyaklıyor. Bir şey sızlıyor içimde, vicdan dedikleri o saçma mekanizma bu olsa gerek. Yol yakınken dönmeyi denedim.

“Boşanmak istiyorum senden.”

“Hadi, buyurun. Sorun ailemse burada çok kalmayacağız.”

“Sevgi… Sevgi öğretilebilir bir şey değil, affet.”

O, adını tekrar ettiğimi sandı, sordu.

“Ne öğretilebilir bir şey değil?”

Sustum. Sağanak şiddetini iyice artırdı, ben hızımı. Soğukkanlıydı.

“Daha yeni evlendik Mesut, iki hafta oldu, boşanamayız.”

Sırıttım. “Daha iyi işte. Sen benimle kötülükte ortaklaşacak biri değilsin.”

“Evlendikten hemen sonra boşanmış bir kadın olarak anılmak istemem.”

“Boşanan yalnız biz miyiz? Ajite etme konuyu lütfen.”

“Benim için kötü olmak boşanmaktan daha kolay. Bana biraz zaman versen?”

“Ne kadar zaman?”

“İki saat. İyi mi?”

“Kesinlikle. Süren başladı.”

“Şurada dur, sıçanları ormana bırakalım.”

Ormanda üstü çalıyla kaplı bir kuytu buldu, görece korunaklıydı. Yavruları oraya özenle yerleştirdi. Paltosunun cebinden bir saklama kabı çıkarıp kapağını açtı, yavruların yanına koydu.

“Bu su yeter onlara. Hem hava yağmurlu. Yaprak yiyebilirler mi sence? Yem almayı unutmayalım, dönüşte uğrarız.”

“Annesiz ölürler. Hayvanlar daha yürüyemiyor bile.”

“Yem alalım, olsun.”

Orman yolunu bitirdikten sonra dokuz on kilometre daha gittik. Deniz kenarındaki büfeden yeni bir paket sigara aldım. Schopenhauer Kafe’ye oturduk, kahvenin yanında sigara içtim. O da bir dal aldı paketin içinden. Belki içmeyi ilk defa denedi. Belası olacaktım onun, alay ettim.

“Bir buçuk saatin kaldı. Sigara içerek mi olacaksın kötü?”

“Bekle canım.”

Sevgi, muhtemelen atanamamış bir felsefe mezununun iki yıla batıracağı bir kafeden kötümser aforizmalarla güç topluyor.

“Baksana, şuradaki levha epey iddialı: Bu kafe aklını kaybetmiş dünyadan bir çıkış yoludur. Vay be, adam tam bir sanatçı.”

“Bir buçuk saat çok uzun süre yalnız.”

“Zorlama kendini, bu iyi hal, huyun senin, dönüşemezsin, cennet öküzüsün sen.”

Yüzünü ekşitti, gözü döndü, masadan hışımla kalktı:

“Hakaret etme bana!”

Yağmur durdu, güneş açtı. Sahilde birbirimizden ayrı, sessizce yürüdük. Neden sonra koluma girdi, yanağımdan öptü. Sevgi’nin varlığı bir makineyi çalıştırıyordu içimde, tetiklenmesine gelemiyordum onun. Seksapel falan on numara kadındı yoksa, boşanmak da istemiyordu. Kafam çok karışmıştı.

Dönüş yolunda, sıçanları bıraktığımız yerden geçerken, ellerini yüzüne götürüp durmamı istedi benden.

“Yem almayı unuttuk, gerek var mı ki?” dedim.

Israr etti. Yaşayıp yaşamadıklarını merak ediyordu. Belası olarak ikinci ikazımı geçtim.

“Hassasiyetlerinin etrafında geziniyoruz. Kötülüğünü görmek için son bir saatimiz.”

Yavrular yerindeydi. Sevgi üzerlerine eğildi. Çişinin geldiğini söyleyip ormanın içine doğru yürüdü sonra. Gözden kayboldu. Sıçanların yanına oturdum. Sigara yaktım. Bir yandan çaresizliğinden müthiş keyif alıyor diğer yandan anlam veremediğim bir korku kaplıyordu içimi gitgide. Yolunu bulamazsa ona bu defa anne babasının yatağında sevişmeyi teklif edecektim. Bu kutsalı yıkmayı başarırsa evliliğimizi kurtarmak adına bir şey yapmış olacaktı. Keyiflendim. O kısmı çalışacaktık onunla, orayı yıkacaktık. Kalbim bu fikirle hızlandı, kanım kaynadı.

Sevgi, elinde kalın bir sopayla geri döndü. Hiç duraksamadan yanımdaki sıçanları öldürdü. Yüzüme kan sıçradı. Tepkisiz izledim.

“Oldu mu?”

“Olmadı. Açlıktan ölecekleri için öldürdün onları. Sana bu suçu işleten vicdanındı. Vicdanınla yaptığın şey korkunç bile olsa benim dünyamda bunun karşılığı yok. Aptallık bu. Boş yere elini kana buladın. Sıçırttın sıçanları, boklarını çıkardın baksana. Aynı sonu doğasında bulacaklardı, sen hızlandırdın sadece, yavaş yavaş ölmeleri ağrına gitti.”

Can damarına basmıştım. Yüzü asıldı.

Eve döndüğümüzde Hakkı gene balkondaydı. Sevgi’nin kulağına eğilip sordum.

“Çalışmıyor mu bu adam? İşi götürü vermedilerse babanları sikiyor bence, haberin olsun.”

Kayınpeder rahatsızlığımı sezdi.

“Çay yapmıştık. Hakkı’yı da çağırdık. Sabahtan beri epey çalıştı, çok yoruldu. Gelin, siz de için.”

Birer bardak doldurdu kayınvalidem.

“Bıraktınız mı ormana sıçanları?”

Sevgi’nin gözleri doldu. Kayınpeder iyiliğimizle övündü Hakkı’ya, gururla.

“Damat çok iyi adam. Vallahi bize kalsa kürekle ezeriz kafalarını. Adam üşenmedi. Ormana götürüp bıraktı. Mühendis işte, okumuşun hali başka.”

Şimdi de kayınvalidem onay arıyordu Hakkı’dan.

“Biz kötü insan mıyız Hakkı Efendi? Bu köyde bizden iyisi yoktur, biliyorsun daha. Damatlarımın hepsi öyle, bizim gibi, vallahi bak.”

Sevgi kolumu sıktı, gücü kalmamış gibiydi; sıçan leşlerinin hayalindeki görüntüsü canını yakıyordu belli ki. Cebimden paketi çıkardım. Sevginin kulağına fısıldadım.

“Bir sigara içeyim, içeri geçeriz.”

Hakkı, yeni paketi görür görmez ayaklandı. Yanılmamıştım. Tam bir sırtlandı pis herif.

“Siz İstanbul’a bugün mü döneceksiniz?”

Yeni paketi kapmanın yolunu yaptığını hemen anladım. Onu tuzağıma düşürmek için tahrik ettim.

“Evet. Birkaç saat sonra yola çıkarız.”

Hakkımda iyilik kartı açılmıştı ya bir defa, o kartı benim ters çevireceğimi düşünmüyordu hesapçı herif; hiç utanmadan tekrarladı sabahki tavrını, bu defa cebinden para bile çıkarmadı.

“Ben sana para vereyim. Paketi sen bana ver. Nasılsa İstanbul’a dönecekmişsiniz. Burası köy yeri, inemiyoruz çarşıya. Senin sabah verdiğin bitti.”

Bulantımı güç bela sakladım.

“Olur, parayı alayım.”

İlk şokunu yaşadı, yine sabahki gibi para istemeden paketi ona vereceğimi sanıyordu. Cebini yokladı panikle.

“Hırkamda galiba, askıdaydı.”

“Para cebinde hızlı yer değiştiriyor Hakkı Abi.”

“Tırpanda terliyorsun. Islanıyor falan.”

Biraz daha durdu, gözlerimin içine içine baktı. Kararlı bir sessizlikle karşılık verdim. 

“Ben parayı getireyim en iyisi,” dedi.

Herkesin gözü önünde, paketten bütün sigaraları çıkarıp montuma koydum, üç dal bıraktım ona. Geri döndü, eli titreyerek parayı uzattı. Tereddütsüz aldım. Karşılığında içini neredeyse boşalttığım paketi uzattım. Alelacele aldı, hafifliğinden şüphelenip hemen içini açtı, ben o sırada parayı çoktan cebime atmıştım. Yutkundu.

“Üç tane kalmış içinde. Ben dolu sanmıştım.”

Ellerimi iki yana açıp alnımı kırıştırdım.

“Bu kadar kalmıştı. Sabah da vermiştim ya sana. Parayı artık hepsine say.”

Sevgi’ye döndüm.

“Çok yorulduk. Yola çıkmadan biraz uyuyalım mı?”

Sevgi, annesine sordu.

“Dün sineklerden koltukta uyuyamamış Mesut. Sizin odada dinlenebilir miyiz?”

Yatak odasına geçtik. Evin en arka odasına. Az önce kurduğum küçük tuzakla övünüyordum.

“Adamın âdemelması paketin boş olduğunu fark ettiğinde aşağı yukarı elli kere gidip geldi. Öyle yutkundururum adamı. İşte böyle kurulur tuzak. Anladın mı? Kötülüğün akla ve oyuna dayanması gerekir. Böyle keyif alırsın hayattan.”

“Ne kadar zamanım kaldı?”

“On dakikadan az.”

Dudaklarıma yapıştı. Aklımdan geçeni okurcasına bunu yapması hoşuma gitti. Ana baba saygısından evin başka bir yerinde bile benimle yatmayan Sevgi, şimdi anne babasının odasında sevişecek kıvama gelmişti.

“Dur. Bahsi katlayalım.”

Gardrobun kapağını açtım.

“Annemle babamın dolabı orası…”

İşaret parmağımı dudaklarına götürdüm.

“Şişşt, biliyorum.”

Biraz uyudum. Uyandığımda sessizdi Sevgi. Gözleri güzeldi ve kırmızı. Duş aldım. Havluyu belime sardım. Yeğeninin deniz gözlüğü vardı duşakabinde, komiklik olsun diye gözüme taktım, odaya geçtim. Yüzüne yaklaştırdım yüzümü. Kafamdan hınçla çıkarıp bir köşeye fırlattı gözlüğü, lastik saçıma dolandı. Canım yandı. Belimdeki havluyu koltuğa bıraktım. Giyindim sessizce.

Aracı Sevgi sürmek istedi. Orman yolundan geçerken Hakkı’nın otostop çektiğini gördük.

“Hakkı Abi çarşıya sigara almaya iniyor galiba. Durayım mı?”

“Durma, git.”

Sevgi, kapıyı içerden kilitleyip adamın yanında durdu. Adam kapıyı açamadı. Sevgi, ön sağ camdan adama seslendi.

“Sol arka kapıya geç Hakkı abi, o kapı bozuk.”

Adam arkadan diğer kapıya dolanırken Sevgi’nin tuzağına düştü. Aracı geri vitese alıp Hakkı Abisine hızla çarptı Sevgi. Adam yere düşünce frene bastı. İnip nasıl olduğuna bakmak istedim. Bağırdım.

“Kapıyı aç!”

Hemen sonra arabayı ileri vitese alıp gaz pedalına sertçe bastı. Dikiz aynasını bana çevirdi. Bütün yapacaklarını görmemi istiyordu. Gerisingeri sürüp adamın tekrar üstüne çıkacaktı. Titreyen dizlerimin arasına sıkıştırdım başımı da öyle frene bastı, kafam torpidoya vurdu. Sevgi’nin vahşiliği karşısında dilim tutulmuştu. Bilseydim adamın paketine birkaç sigara daha koyardım.

“İyi mi böyle Mesut? Beni sen soktun bu yola. Sıçanları öldürdüm. Annemin kıyafetleriyle yattın benimle. İçimdeki kaleleri hazır olup olmadığımı sormadan yıktın. Mühlet verdin. En alçak şekilde bir işgalci gibi mendeburca geldin üstüme sen.”

En son sesi hıçkırıklarla kesilirken şöyle söyledi.

“Hep güçlüler bir ilişkiyi bitirir, değil mi? Öyle değil işte. Güçsüzler bu kararı vermeye zorlanıyor. Ne tuhaf. Bitti. Boşanıyoruz.”

Tısladım. “Hapse gireceksin geri zekâlı!”

İçimdeki bütün zehir çıkıp gitti o anda, onu o ilk haliyle sevebilecek bir genişlik açıldı sanki kalbimde, abartmıyorum. Yıkmayı biliyordum da yerine ne koyacağımı bilmiyordum. Vurup arkaya bakmadan gitmekten gelen bir alışkanlık, yani vurup geçmekten. İmkânsızlığa düştüm.

Sevgi’nin tutuklanmasından beş gün sonra son iki cümlesinin tuhaflığı aklıma geldi. Kıs kıs güldüm. Ortadoğu haberlerini açtım iştahla. Kapı çaldı, alt komşu bana bir anahtar uzatıyor.

“Sizin anahtarlığa benziyor komşu, yolda buldum.”

“Kilidi değiştirdim ama teşekkür ederim.”

“Evde yalnız mısınız?” Gözlerimi ovuşturdum, gözleri güzeldi.

Gökhan Bakar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Uğur Demircan “Masal” isimli yeni öyküsüyle Yazı Işleri’nde.

Bağlantı profilde.

Fotoğraf: Aydın Akburak
...

Sudenaz Kahraman, “Kül” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@sudenazzkahraman
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin son öyküsü “Bakkalın Oğlu” Sümeyye Batur’un kaleminden Yazı İşleri’nde.

@spslslsmy

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin üçüncü öyküsü “Mavi Güneş” Enes Yazan’ın kaleminden Yazı İşleri’nde.

@enesyazan_

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin ikinci öyküsü “Süt” Azra Ertek’in kaleminden Yazı İşleri’nde.

@azrertk

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin ilk öyküsü “Radyo” Arman Yazan’ın kaleminden Yazı İşleri’nde.

@armanyazan_

Bağlantı profilde.
...

“Merhaba, ben Füruzan…”

Murat Uğurlu’nun kaleminden, üç uzun yaz ikindisinde yolunun kesiştiği Füruzan’a veda mektubu “Benim Füruzanlarım” Yazı İşleri’nde.

“İnsan olmak böyle bir şey midir acaba? Beşikten mezara upuzun, harcıâlem, manasız bir huzursuzluk…”

Bağlantı profilde.

@murat.vesaire
...

Van’da genç yazarlara, “Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak” isimli bir atölye veren Serpil Canalan bu yolculuğunu “Bir Çizgili Defter Meselesi” yazısıyla kaleme aldı.

Bağlantı profilde.

@serpilcnln
...

Mehmet Can Şaşmaz, “Ceza” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@mehmetcansasmaz
...

Ahmet Erkam Saraç, “Sakın Efsane Söyleme” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@aerkamsarac

Bağlantı profilde.
...

Oğuz Dinç, “Herkesin Derdi Kendine” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@oguzdinc_official

Bağlantı profilde.
...

Dilara Ulu, “İzafi Mesele” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@dileabag

Bağlantı profilde.
...

Mehmet Can Şaşmaz, “Ödül” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@mehmetcansasmaz
...

Hatice Tosun, Duygu Terim’in “Aslında Her Şey Yolunda” kitabı üzerine yazdı.
Yazı İşleri’nde okuyabilirsiniz.

Bağlantı profilde.

@htc.tsn
@duyguterimm
@notoskitap
...

Patricia Engel’in “Aida” isimli öyküsü Zeynep Rade çevirisiyle Yazı Işleri’nde.

Link bağlantıda.

@patricia__engel @zeyneprade
...

Gizem Eroğlu, Sergey Arno’nun “Kapılar” isimli öyküsünü Yazı İşleri için çevirdi.

Bağlantı profilde.

@gizemm.eroglu
...

Taner Gülen, “Veçhe Farkı” isimli yeni denemesiyle Yazı İşleri’nde.

“Onca şahesere rağmen yazmayı sürdürürüz. Bir yere varmayacağını bildiğimiz bir devamlılığın eline bırakırız kendimizi. Eğer tersi geçerli olsaydı Shakespeare’den, Dostoyevski’den, Kafka’dan, Joyce’tan sonra hiç kimse kalem oynatmaya, tek bir laf etmeye kalkmazdı.”

Bağlantı profilde.
...

Yavuz Yavuzer, yakın zamanda Sel Yayınları’ndan yayımlanan “Âlemciler” isimli öykü kitabının yazarı Zafer Doruk ile söyleşti.

Link bioda.

@zaferdoruk421 @1yavuzyavuzer @selyayincilik
...

Lydia Davis’in yeni kitabı Our Strangers’tan kadınlığın aşamaları ve bir kız çocuğundan bir kadına dönüşmenin kafa karıştırıcılığı üstüne bir yazı, “Hayatımdaki Yeni Şeyler” Yazı Işleri’nde. Müge Oskay çevirdi.

Bağlantı profilde.

@mugeoskay
...

Deniz Büyükbozkırlı, “Yalnızlara Özel Menemen” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

“Menemenimi sahanıyla televizyon karşısındaki sehpaya taşıyorum. Ekranda adamın biri atölyesinde eyer yaparken atının geçirdiği kazayı, bacağındaki yarayı anlatıyor. Dünyaya at olarak gelmek ister miydim? Sağlam bir çifte atıp dört nala kaçmak? Aklım hep başka yerde, hep yanlış yerde…”

Link profilde.

@denizaybozkir
...

Yazı İşleri


Künye

Yayın Yönetmeni

Murat Çelik


Yayın Kurulu

Duygu Değirmenci

Elif Yeşilkaya

Eris İnal

Fırat Yılmaz

Gülcan Ayral

Hatice Tosun

Müge Oskay

Salihcan Sezer

Tolga Esat Özkurt

Yavuz Yavuzer

İletişim

[email protected]

Press ESC to close