Çeşitli dergilerde yayımlanan ve ödüller alan öyküleriyle tanıdığımız Işıl Madak’ın ilk öykü kitabı Anlamsızlık Saati, Eylül 2023’te Everest Yayınları aracılığıyla bizlerle buluştu.
Işıl Madak, İçindekiler yerine Sustuklarım diye adlandırmayı tercih ettiği öykülerini, dört vaktin arasına serpiştirdiği bir metinle sunuyor. Tematik bir bölünme olmasa da sabah, öğle, ikindi, akşam ve gece vakitlerinin arasında anlamsızlık saatinin her an çalabileceğini görüyoruz. Madak’ın kahramanlarıyla sıradan bir günde, olası bir mekânda karşılaşma anını yaşıyoruz. Kısa ve yoğun cümle tercihleriyle daha çok sezgiden geçen bir atmosferi adımlarken anlamsızlık saati çalıyor. Böylece o an bir eşiğe, dönüm noktasına dönüşebiliyor. Hikâye öyle başlamasa da, detaylarıyla okuru saran bir mekânda tanıdık gelen o kahramanla sade bir yolculuğa çıkmış olsak da, anlamsızlık saatinin çalması ile yüzümüzü büyük bir acının beklenmedik, kısa ancak bir o kadar da derin yüzleşmesine yani bir mutsuza döndürmüş oluyoruz.
Mutsuzlar üzerinden ince bağlar kuruluyor öyküler arasında. “Frenk Acısı,” “Küçük Kara Ayak” ve “Dikotomi” öyküleri bu bağı hissettiğimiz yerlerden.
“Frenk Acısı,” mübadil görüldüğü için askerler tarafından basılan evde kadınlara yapılan zulmü, o baskından hamile kalan evin kızı gözünden anlatıyor. Annesinin, gözleri önünde önce tecavüze uğrayıp sonra da öldürülmesini engellemeye çalışırken sıranın kendisine gelmesi, aylar sonra kucağına aldığı Adem’in yarık dudağı ile derine gömülemez bir ize dönüşüyor. “Küçük Kara Ayak” benzer bir hikâyeyi, annesi ile savaştan kaçan Suriyeli Badiah’ın herkesin göçtüğü bu yeni ülkede isimsiz, kayıtsız olarak çalıştırılırken yaşadıklarını; tam örgülerini çözüp genç kız olmuşken patronunun tecavüzü sonucu intihar edişini Lazkiye kıyılarına çarpan dalga sesleriyle anlatıyor. “Dikotomi” ise, kendini lisedeki en yakın kız arkadaşına duyduğu aşkla keşfeden bir kadını tasvir ediyor. Sevmediği adamla evlendirilip ondan hamile kaldıktan sonra öteki olmamaya çalıştığı hayattan yine öte tarafa kaçmak isteyen bu kadının kocası tarafından kıvrakça yerleştirildiği evlilik hücresini tüm detaylarıyla okuyoruz.
Bu üç öyküde gücün, belli başlı doğruların ve şiddetin egemen olduğu toplumda çocuk, genç kız, kadın, anne ve öteki olmak üzerinden farklı eşikler görüyoruz. Toplumun eli altında ezilen genç kızların bir yandan aynı el tarafından ya dönüştürülmüş ya da katledilmiş annelerini okurken diğer yandan da kendi kadınlık ve annelik serüvenlerinin de mutsuzluğun şiddetiyle nasıl yoğurulduğunu seziyoruz.
Peki, Işıl Madak’ın mutsuzları hep kadınlar mı? Bu bağı, yarattığı erkek karakterleri için “Merak,” “Diş” ve “Anlamsızlık Saati” öyküleri üzerinden de yakalayabiliriz. Madak’ın mutsuz erkekleri, kadınlarına nazaran daha hayatın içinde, olası bir yerden karşımıza çıkıyor. Ancak sakin başlayan bu karşılaşmaların sıkışmışlığını her satırda biraz daha şiddetli hissediyoruz.
Önce “Merak” öyküsüyle düşüyoruz bu sıkışma haline. Ana karakterin içsel çatışmaları, yerleşemediği kasabadaki evi, komşuları ve birden hayatında beliren kızıl saçlı kızla ilişkisi, içsel huzursuzluğumuzu artıran bir ritim sunuyor. Sürekli kaçma isteği, romanını bitirememenin getirdiği hayal kırıklığı mutsuzluğumuzu derinleştiriyor. Bunları eşyalarını ayırma, paketleme, taşınma, kolileri açma, evi yerleştirme gibi detayların verildiği satırları okurken atmosferin içinde birebir hissediyoruz. Madak, burada dili kullanma biçimi özellikle de sadeliğiyle okuru önce bir çembere alıp sonra da usulca sıkıştırıyor. Aynı ustaca hamle “Diş” öyküsü için de geçerli. Kişinin beden imajı ve güvensizlikleriyle mücadele ettiği içsel monologlarla karşılaşıyoruz. Ana karakter, kendi bedenindeki kusurları ve endişeleri detaylı bir şekilde anlatarak, özellikle dişlerindeki kusurlar ve yüzündeki diğer özellikler hakkında hissettiklerini dile getirirken aynı çemberin ortasında kaldığımızı fark ediyoruz birden. Mutsuzluk teması, karakterin kendine olan güvensizliği, beden imajıyla olan mücadelesi ve ilişkilerindeki belirsizliklerle şekilleniyor. Kızın ilgisi ve kabulüne karşı içsel bir çatışma yaşayan karakter, sürekli kendi kusurlarını ve eksikliklerini düşünüyor. İlişki sürecindeki tereddütleri, karşısındaki kişinin beklentilerine cevap verme çabası, kendini olduğu gibi kabul etme konusunda yaşadığı zorluklar karakterin dişlerini fırçalamak yerine jiletlemesi ile son buluyor. Kitaba da adını veren “Anlamsızlık Saati” öyküsü ise, okuru eski eşyaların satıldığı bir antikacı dükkânında karşılıyor. Dükkânın atmosferi, çürümüşlük, düzensizlik ve hüzünle dolu bir çember oluşturuyor. Tabelada “Eskiye dair her şey alınır,” yazması, geçmişle yüzleşmeye ve onu terk etmeye yönelik bir çağrışım yaratıyor. Ana karakterin gözlemleri, dükkândaki eski eşyalar, özellikle de saatler, onun iç dünyasındaki karmaşık duyguları yansıtıyor. Saatler, geçmişle ilişkilendirilen anıları ve kayıpları hatırlatıyor. Dükkân sahibinin öykünün sahne önüne çıkardığı üç saatte sırasıyla bu yüzleşmeyi okuyoruz; ilk saat ölen kardeşiyle, ikinci saat intihar eden sevgilisiyle ve üçüncü saat kendini bulmaya dair ümidini sıkıştığı yerden çekip almasıyla karşımıza çıkıyor.
Bahsi geçen bu üç öyküde de toplumda daha az altı çizilen erkek olma durumlarıyla karşı karşıya geliyoruz. Aidiyet sorunları, beden imajı, kendine ve karşıya güven, belirsizlikle mücadele mutsuzluğun bir başka açıdan şiddetini sezdiriyor bizlere.
Işıl Madak, mutsuzlar üzerinden kurduğu bağa son olarak hayvanları da ekliyor. Kitaba giriş yaptığımız “Av” öyküsünde hayatta kalmak için avcı olmanın zorunluluğunu, acısını ve mutsuzluğunu yaralanmış bir av köpeğinin gözlerini kapatırken zihninde beliren başka yaşamlara dair sahneler üzerinden okuyoruz. Buradan cebimizde kalan sızı sayfalar sonra “Pavlov’un Kedisi” öyküsüyle daha edilgen bir yapıda karşımıza çıkıyor. Anlatıcı seçilen kediden, İkinci Dünya Savaşında vücutları bombalarla sarılmış, koşullandırılmış, aç köpeklerin düşman tanklarına koşarken patlatılmasının bir savaş suçu değil de mubah olduğunu öğreniyoruz. Şiddeti artan sızı “Yılantaşı” öyküsünde ara ara karanlıktan çıkıp gelen Kömür’ün sadakatiyle daha da derinleşiyor. Heyelan sonucu sadece on üç kişinin kaldığı bir köyde mutsuz adamların hikâyelerini dinlerken arada bir görünüp kaybolan ama ne zaman terk edilmişlik, yalnızlık hissi galip gelse orada beliren, sessizce taşlı yollara eşlik eden Kömür, sadakatin insan için ne denli gerekli ve önemli olduğunu görmemizi sağlıyor.
Işıl Madak, sadece bir kısmına değinebildiğimiz Anlamsızlık Saati’ni oluşturan on sekiz öyküsü boyunca tanıklık ettiğimiz toplumsal/bireysel acıların, savaşların, öteki yaşamların yani hayatın bir şekilde yarattığı mutsuzları, zaman ve mekândan sıyırıp tüm sadeliği ve vuruculuğuyla önümüze seriyor. Her mutsuz için anlamsızlık saatinin farklı bir anda vurmasını sağlıyor. Kendisinin de belirttiği gibi: “Anlamsızlık Saati, anlamı kendinde arayan herkese selam niteliğindedir. Korktuğumuz her şey zaman aldatmacası içinde binbir oyunla karşımıza çıkacaktır. Sakince gülümseyen, kahramandır.”
HATİCE TOSUN
Bir yanıt yazın