- Edebiyatın türleri arasında bir hiyerarşi varmış gibi bir algıya sahibiz. Önce öykü yazılır ve o yol sizi romana doğru götürür yanılgısı bir yerlerde hep saklı duruyor. Siz 2021 ve 2024 yıllarında öykü, 2022’de Furuğ Ferruhzad’ın ve hayatındaki dört erkeğin başrolde olduğu biyografi-belgesel-kurmaca üçgeninde bir roman ortaya koyan bir yazar olarak bu yolculukta neler deneyimlediniz?
Edebi türler arasındaki ilişki hiyerarşik bir ilişki değil, hiç öyle olmadı kanımca. Tiyatro oyunu, şiire “gel bakalım ufaklık” deyip abilik taslamış olabilir mi ya da makale diğer türlerce dışlanıp üvey evlat muamelesi görmüş müdür? Önce öykü yazılır, büyüyünce de roman, mantığı epey yüzeysel ve çocukça geliyor bana. İlk dosyamı yayınlamak için uzun süre bekledim, uzun zamandır öykü yazıyordum, elimde farklı zamanlarda yazılmış çok sayıda öykü birikmişti, bunları yeniden ince elekten geçirip dosyaya dönüştürdüm, artık hazırdım, yazdıklarımdan yana bir kaygım kalmamıştı.
Yine uzunca zamandır Furuğ üzerine notlar alıp malzeme biriktiriyordum, bunu yaparken de anlatmayı az çok tasarladığım şeyi ancak romanın imkânlarıyla anlatabileceğimi biliyordum. Furuğ şiirlerini çevirmekle başlayan süreçte Furuğ’a dair ilgim her geçen gün arttı, ona dair yazılıp çizilen ne varsa okuyup biriktirmeye başladım. Bir süre sonra da bu hayat hikâyesine gömüldüğümü, Furuğ’un merkezde olduğu bir roman yazmayı çok istediğimi fark ettim, bunu yapmak istiyordum ama sıra dışı bir teknikle. Öykülerimdeki temel soru romanı tasarlarken de peşimdeydi: Kim anlatacak? Bu en kıvrandığım soru oldu ve nihayetinde sorunun cevabını buldum, sonrası ise iyi bir planlama gerektiriyordu. Kuracağınız binanın mimarı sizsiniz, sabırlı ve akılcı gitmek zorundasınız.
- Biyografi-Belgesel-Kurmaca formunda roman yazmanın sizi zorlayan yönleri neler oldu? Hazırlık sürecini nasıl geçirdiniz?
Roman yolculuğunun zorluğu, uzun soluklu bir yolculuk olması. Gündelik hayatın gerçekliğine paralel, sizin yarattığınız yeni bir gerçeklikte yaşamayı başarmak durumundasınız. Zihninizin gündelik hayatla kesilmesine tahammül etmek ve bölünmelere rağmen yazdığınız romana devam edebilmenizi sağlayacak çözümler bulmak zorundasınız. Zihniniz kuşatılmışken gündelik hayata devam edebilmek çok zor. Ancak “Başa Dönemeyiz”de Corona pandemisi bütün yıkıcı etkilerine rağmen, kıvranıp durduğum kesintisiz zamanı yakalama imkânı sundu bana. Ama şimdi bu zamanı yakalamakta zorlanıyorum ve yazmaya başladığım ikinci romanımda bu sorun, beni şu günlerde feci kıvrandırıyor.
- İran edebiyatıyla yakından ilgilisiniz. Aynı zamanda çevirileriniz de bulunuyor. İran edebiyatı, kaleminizi nasıl etkiliyor?
İran edebiyatıyla 1995’ten beri yakından ilgiliyim. Sanırım çevirilerim de on beş kitaba ulaştı. Bu edebiyatın özellikle şiirde müthiş bir gücü var, sözcüklerin ve seslerin insanı sürükleyip götürdüğü evren soluk kesici. Ancak bu edebiyatın benim kalemimdeki etkisi nedir, bu sanırım benim cevaplayabileceğim bir soru değil, bunu edebiyat eleştirmenleri saptayabilir ve eminim ortaya çıkan sonuçlar benim için de şaşırtıcı olur.
- Ustam Diyorum Öldü, on beş öyküyle, Ocak 2024’te okura merhaba dedi. Dosyanızın kitaplaşma sürecini ve o süreçte deneyimlediklerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Kitaplaşma süreci yine öncelikle benim dosyaya son halini verip yayınevine göndermemle başladı, ancak yayınevlerinin kitap yayınlamakla ilgili ciddi maddi zorluklar içinde olması, pek çok yazar gibi benim için de olumsuz sonuçlar doğurdu. Dosyamın kitaba dönüşmesi için olması gerekenden daha uzun süre beklemek zorunda kaldım, bu da yazarın sabrını ve motivasyonunu elbette çok zorlayan bir konu.
- Aslında kitabın bazı öykülerinde dikkat çeken, “Ustam Diyorum Öldü” adlı öykünüzde daha belirgin olan “çoğu zaman devrik, bölünmüş, kederli cümleler,” Rânâ’nın hüznünü sahici kılıyor. “Kafamdaki şapkayı çıkardım. Onun en sevdiği. Onu uğurlamaya giderken taktığımı çıkardım.” ya da “Kalktım o kristal vazoyu, onlarca, yüzlerce kez kavramış parmaklarını. Ustamın.” örneklerindeki anlatımın, bu ve bazı öykülerinize nasıl bir katkı sağladığını düşünüyorsunuz?
Dili eğip bükmek yeni anlatım olanakları bulmanın yolunu açıyor kanımca. Dille yaratılan bir sanatta dilin gündelik kalıpların dışına çıkarılması, elimizden kayıp giden duygu ve düşünce adalarını görünür kılma, bir başkasına gösterme fırsatı sunabilir. Daha derine gitmek, dilin o mucizevi gücünü ele geçirmek istiyorum, bunu yapabildiğim ölçüde başkalaşabileceğimi biliyorum. Dil canlı bir varlık, insanın yarattığı en görkemli varlıklardan biri. Alışıldığın dışına çıkarak bir cümleyi orta yerinden kesmek, bir kelimeyi bıçakla ikiye ayırmak, bir heceyi gökyüzünde salınır gibi orta yerde uçurmaya kalkmak, zihnimizi dilin buz gibi pınarının suyuyla diriltebilir ve zihni sanatla diriltmek, zihinler arasında yeni iletişim olanaklarının da yolunu açar. Nihayetinde sanat, bir iletişim ihtiyacından doğmaz mı?
- “Kudret’ti Adı”, karakterlerin detaylı anlatımıyla en iyi öykülerden biri. Diyalogların gerçekçi olması ve paragrafların içinde yer alması akışı hızlandırmış, hikâyenin bütünlüğüne katkı sağlamış. Karakterlerin bu denli canlı anlatılması ve diyalogların böylesine gerçek olması için iyi bir gözlem de gerekli gibi geliyor bize. Karakter yaratma ve diyaloglar özelinde nasıl çalışıyorsunuz?
Diyalogların sahiciliği bir metnin en zorlu yokuşlarından biri. Karakterin damarlarına kan pompalayan, burnuna nefes üfleyen şeylerden biri de onun nasıl konuştuğudur. Bizi inandırmak zorundadır karakter ve ona uzatılan her mikrofona kendi bütünlüğünü tamamlayacak sözler etmelidir. Yazı serüvenimde, zihnimde ete kemiğe büründüremediğim, belki de yazarken bütünlenir dediğim bazı karakterlerin darmadağın olup gözümün önünde parçalanmasına şahit oldum ve en nihayetinde vazgeçmem gerektiğine ikna oldum. Zamanla, yazar denen yaratıcının en başta kendisinin, sahiciliğe ulaşmamış bir karakteri sezdiğini ama bazen bunu görmezden gelerek aldanmayı seçtiğini fark ettim. Çok uzun boylu bir aldanma oyunu değil neyse ki bu, karakteriniz üstünü başını parçalamaya, damarlarını çekip koparmaya başladığında artık gözlerinizi kapatmanız, oyunu sürdürecek yanılsamayı yaratmaya yetmez. Sonunda gerçekle yüzleşip karakterinizi azat edersiniz, olmamış ruhlar evrenine bir yolculuğa çıkar o da. Belki bir gün çıkıp yeniden gelir, bir metnin orta yerinde belirir, bu sefer insanı kâmil olmayı başarmıştır, “hadi yaz!” der, “hadi yaz beni!”
- Kitabın genelinde şairlere ve onların dizelerine sık sık rastlıyoruz. “Dördü Üç Geçe”de Sezai Karakoç dizelerini, “Bir Sevdadan Geriye”de Nâzım Hikmet’i, “Yol Boyu”nda Cemal Süreya’yı ve “Fulle Kendini”de Turgut Uyar’ı görüyoruz. Şiirin, başta anlatım tarzınız olmak üzere edebiyatınıza yansımaları neler oldu?
Şiir, her şeyden önce isyankâr ve itirazcıdır. Toplumun belirlediği bütün sınırları aşmak ister, sınırı aştığı oranda insanların katılaşmasını, mekanikleşmesini, kendi doğasından kopuşunu engelleme gücü toplayabilir. Bozguncudur şiir, dili bozarak ezberi de bozmak ister. Şiire gönülden bağlıyım ve onun bu yeteneklerini öykü ve romanda da kullanmak, böylece öykünün ve romanın da nefesini açacak yeni yollar bulmak istiyorum.
- “Halka” adlı öykü, sen diliyle yazılmış bir öykü. “… Baban diyeceklerini hep kısa kısa derdi… Annen diyeceklerini hep örneklerle açıklayarak uzun uzun derdi.” “Halka”yı ve ikinci tekil anlatımı, yazarın kendisiyle dertleşmesi olarak yorumlamak mümkün mü? “Halka”yı yazarken siz neler hissettiniz?
“Halka”da kendimle dertleştiğimi söyleyemem, oradaki öznenin benimle doğrudan hiçbir bağlantısı yok. Aslına bakarsanız kendiyle dertleşir tarzdaki öykülerden de pek hoşlandığımı söyleyemem, bunu yapmaktan kaçınırım. “Halka” çok sevdiğim ve doğuşu beni de şaşırtan çok katmanlı bir öykü, dipte birikmiş petrolün birden yeryüzüne fışkırması gibiydi onu yazma sürecim. İkinci tekille anlatmayı seçmemde karakterle kurduğum empatinin gücü etkili olmuş olabilir.
- Kitap dışında, yazma sürecinize değinecek olursak… Yazı masasının başına geçmek önemli bir mesele. Nasıl başlıyor sizin süreciniz ve kendinizi yazma konusunda nasıl disipline ediyorsunuz?
Zihnime bir kanca takıldığı andan itibaren bir an önce dışarıdaki işimi gücümü bitirmek kendimi eve atmak isterim, bedenen de yorucu bir sürece girmişimdir artık, aylar böyle geçer. Bazen de yazıdan uzaklaşmayı isterim, zihnimin durmaya, motorların soğumaya ihtiyacı vardır.
- Yazma anlamında tıkandığınız durumlarda ya da dönemlerde o çıkmazdan nasıl kurtuluyorsunuz?
Ah işte en sancılı karanlık budur galiba bir yazar için. Huzursuz ve huysuz olurum böyle zamanlarda. Bir şey yaratamıyor olmanın pası, bütün bedenimi sarar ve felç olmuş gibi hissederim kendimi. Bu öylesine boğumlu ve nefessiz bir zamandır ki oradan çıkmanın imkânlı olmadığına bile ikna edebilir insanı, bir süreliğine de olsa. Sonra… Bu çıkmazdan kurtulmanın yollarını arar dururum, içimin sertleşip kurumuş toprağını ters yüz edecek, onu havalandıracak bir şey bulmak için kıvranırım. Sağlam bir dil kurgusuyla yazılmış, beni başka âlemlere sürükleyecek metinler okumaya çalışırım, bunlar bazen işe yarar ve havalanan toprağın içinden bir filiz belirip güneşe doğru büyümeye başlar.
- Ustam Diyorum Öldü ve önceki kitaplarınız ya da henüz yayımlanmayan metinlerinizle ilgili, çevrenizde ilk okumaları yapan, görüşlerini/eleştirilerini almak istediğiniz kişiler var mıdır? Varsa bu kişiler sizin yazma serüveninizi nasıl etkiledi?
Kesinlikle var, çok güvendiğim birkaç yakın dostumdan mutlaka görüş alırım. Şunu şöyle yapsaydın tarzında bir eleştiriden söz etmiyorum ama, metnin nasıl olduğunu bir de onların anlatmasını isterim bana, onların anlattıkları bana aksayan yönler olup olmadığına dair ipuçları verir. İlk okuyanlardan biri de eşimdir, ona metnin son halini genellikle sıcağı sıcağına ben okurum, bu okuma coşkumu sakinleştirir, metne akılcı ve soğukkanlı bir bakışla bakmamın yolunu açar.
- Ustam Diyorum Öldü’yü çalışırken, editörünüz Fisun Yalçınkaya’nın yönlendirmeleri neler oldu? Bu yönlendirmeler sizi nasıl şekillendirdi?
Fisun’la genel olarak uyum içinde çalıştık, ilk öykü dosyamda da birlikte çalışmıştık. Onun bazı önerileriyle bazı öykülerde cümle/kelime boyutunda ufak değiştirmeler yaptım, öykülerin kitaptaki yerleşimi, kapak gibi konularda da görüş alışverişi içinde olduk. Metnin ritmini bozduğunu hissettiğim değişiklik önerilerini ise saf dışı bırakmayı tercih ettim, bunlarda iç sesim çok belirleyici oldu.
- Mart 2024 itibarıyla yakın zamanda yer alacağınız etkinlikler neler olacak?
29 Mart’ta Yapı Kredi Yayınları’nda bir imza günüm olacak.
- Başucu kitaplarınız, tekrar tekrar okuduğunuz yazar ve/veya kitaplar neler? Çağdaşlarınızdan kimleri okuyorsunuz?
Belli aralıklarla dönüp şiir okurum, özellikle İkinci Yeni vazgeçemediğimdir. Roman ve öyküde tekrar okumaktan biraz çekinirim, ilk okumanın etkisinin yıkılmasından korkarım. Rus edebiyatı ve Latin Amerika edebiyatı roman ve öyküde en sevdiklerimdir. Dilin yeniden doğurulduğu metinler okumaktan apayrı bir lezzet alırım, kurmacasıyla şaşırtan metinleri de severim.
Zaman ayırdığınız ve sorularımızı yanıtladığınız için şimdiden teşekkür ederiz. Saygılarımızla…
YAVUZ YAVUZER
Bir yanıt yazın