“Ana! Bak, bu televizyondaki insanlarda ekranlı telefon var. Biz de alalım bir tane, olmaz mı?” Samet, sandığın üzerine yerleştirilmiş tüplü televizyonu izlerken sürekli konuşuyordu. Yaşının getirdiği merakla ekranda gördüğü hemen her şeyi annesine soruyordu: “Ana bak, bak hemen! Bu oğlanın pabucuna bak hele. Mavi renkli. Dayım getirse olmaz mı şehirden gelirken?”
Ahşap pencerenin önündeki sedirde oturmuş, bamya dizen annesi, “Olmaz,” dedi. Samet bu cevabı iki sorusu için de kabul etti. Konuşmaya başladığı andan beri soruları bitmemişti. “A ha! Hele bak bu adamın yediğine. Nedir ki bu? Aboo! Çabuk bak, gör bunu. Çocuğun oyuncağına bak, konuşuyo, yürüyo. Benimkiler de duruyo öyle. Bu ineğin de bacağı kırık. Gerçek olsa bacağı olmayan inek durmaz zaten öyle. Bak bu traktörün tekeri kayboldu. Duruyo öyle. Garç garç ses çıkıyo sürünce. O da konuşuyo işte kendince. Sürme beni diyo.” Samet kendi şakasına gülerken annesi, “Al bu bamyaları sahanlığa diz,” diye buyurunca küçük kahkahası soldu. Kısa kesilmiş, asker tıraşı saçını kaşıyarak yerden kalktı. Burnunu elinin tersiyle sildi. Sedirin üzerine atılmış sofranın üstünden bamyaları alırken annesinin saçlarındaki beyazlara baktı. “Ana bu saçındaki beyazları saysak kaç eder acaba?”
Annesi o gün ilk defa kafasını işinden kaldırıp oğluna çevirdi. “Bok eder Samet.” Çocuk kıkırdayıp “Ne komiksin ana,” dedi, sahanlığa geçti. Dizeceği ipe yetişmek için bir sebze kasasının üstüne çıktı ve bamyaları özenle dizdi. “Bamyaskerler hepinize söylüyom. Düzgünce diziliverin bakalım şimdi. Sen büyük bamyasker! Senin görevin en son kurumak. Sen kuruyunca tüm hepiniz kuruyacak. Öyle gelip, toplucam sizi. Oldu mu? … Oldu komutanım Samet Paşa!” Bamyaskerlerine yaptığı konuşmayı asker selamıyla bitirip savaş arabası olan sebze kasasından, omuzlarını gere gere indi. İçeri girdiğinde annesi mutfak tezgâhında patates doğruyordu.
“Deli deli etme kendini Samet! Manyak mı olcan Yunus gibi?”
“Manyak değil Yunus. Otüzrik o! Ayça öğretmen söylediydi. Deli değil otüzrik Yunus o. Yanlış söylüyon. Hatta Sema, Yunus’a deli dediydi. Öğretmen de onun kulağını sündürdüydü.”
Samet, Ayça öğretmeninden bir buçuk sene kadar eğitim almıştı. İkinci sınıfın ara tatilinde okuldan alınmıştı. Öğretmeninin söylediği her kelime onun için sorgulanamaz ölçüde doğruydu. “Ökülteç mokülteç anlamam ben. Deli işte. Al bu patatesleri ocağa at. Baban öldü acından.” Samet, sahanlıktan getirdiği sebze kasasının üstüne çıkıp patatesleri tencerede kaynayan suya atmaya koyuldu. “Seni de bir bamyasker tutup böyle kaynar suya atsın da gör o zaman.” Cümlesinin bitmesiyle poposunda şaplağı hissetmesi bir oldu. Annesi sesini yükselterek “Gapçık ağızlıya bak hele. Benden düştün de beni mi düşürecen sen suya he?” Samet, poposunu ovalayarak işine devam etti. “Öyle bir emir vermem zaten. Anamsın sen benim.”
Üç soğanı doğrayıp genişçe bir tavada kavurdu. Pembeye çalan soğanların üzerine kimyon, pul biber, karabiber ve tuz ekti. Kulağı, arkasında kalan televizyondaydı.
Ben beş puan veriyorum Selma Hanım. Dörttü de beşe tamamladım yani size ayıp olmasın diye.
A aaa… ne münasebet canım. Resmen rezillik yani! Nesini beğenmediniz yemeğin Allah aşkına?
Vallahi hiç güzel değil. Çok basit buldum yani. Ne bu böyle elde ne varsa onlarla bir şey uydurmuş gibi.
Olur mu canım! Hiç mi köye gitmediniz ninenizi falan ziyarete? Onlarda Cafe de Paris soslu biftek mi yiyorsunuz? Benim konseptim köy yemekleri sonuçta yani. Hem siz…
Samet, programın en heyecanlı yerinde kanalı değiştirmişti. Çizgi film sesi duyan annesi “Samet! U Samet! Şimdi geliyom senin kuru canına.” Çocuk kıkırdayarak programı açtı. Selma Hanım bayılmış, kolonyayla ayıltılmaya çalışılırken reklam arası verildi.
“Len, diğeri ne puan verdi, kaçırdım senin yüzüne. Puh senin kabak kafana.”
“Üç vermiştir kesin ana. Baksana bayıldı karı.”
“Sen çok mu bilecen len onu? Belki öbürü sövmüştür.”
“Yok ana ya. Sövse durur mu öyle? Ben olsam kesin üç verirdim. Hep yiyoz zaten bunları. Bi adam vardı ya yeşil boyalı saçlı, o olsaydı yüz verirdim. Ne biçim değişik yemekler yaptıydı tam ağzıma göre.”
“He iki gün okula gittin diye hep sen bilecen. Soytarı seni. Kalk babana götür bu yemeği. Yesin. Kalk. Karı gibi puan da verir bak hele.”
Samet, patates kavurmasını siniye koyup küçük odada yatan babasına götürdü. İki kişilik döşek ve yüklükten ibaret odayı, babası ile bir olmuş gibi hissediyordu. Yüklük, döşek, perde, halı ve çürük kokusu babasının başka başka organlarıymış gibiydi. Bu odada oyun yoktu. Bu oda başka bir yerdi. Kapı kirişinden geçtiğinde, doğup büyüdüğü evinden ayrı bir evrene girmiş gibi hissediyor, bir an önce kendi gerçekliğine, huzura dönmek istiyordu. “Baba kalk, yemek getirdim.” Babası, elindeki beze birkaç defa öksürerek doğruldu. Kır sakalına biraz kan bulaşınca, bezin arka tarafıyla sildi. Ayaklarının ön tarafını işaret edip buyurdu: “Bırak oraya.” Samet, sinideki yemeği dikkatlice yatağa bıraktı. “Sıcaktır, yavaş yesin dediydi anam.” Babası, dermansız kollarıyla siniye uzanırken Samet, kendi gerçekliğine dönmüştü.
“Babamdan kan geliyo ana.”
“E yeni mi gördün oğlum. Ben na’pıyım? Dayın köpeği gelsin yirmi üçünde ilaçlarını getircek.”
“Ana dün aradıydın ya dayıyı, söyledin mi Samet mavi pabuç istiyor, yeni traktör istiyor diye?”
“Yok oğlum telefonun canına sıçmışsın yılan oynaya oynaya. Arıyom çalmıyo dayının cebi.”
“E ara, bi daha ara. Önemli bunlar.”
“Hay ben senin oyununa be oğlum. Bak televizyon kar gelecek diyor erken. Hele bi dayın gelmeden kar gelsin sen o zaman gör traktörü, pabucu.”
“E ne olcak ki? Gider biz alırız. Köyde de vardır.”
“Sus! Manyak seni. Araban mı var kullancan, gitçen köye de bir de oyuncak alcan. Odun bitti bitiyor. Pirinci, patatesi, unu kaldı üç beş günlük. Bunları almıcan da gitçen oyuncak alcan. Puh, kabak kafalı avanak.”
“Onları da alırım ana ya n’olcak.”
“Beni az dinle hele az. Yemeklik az kaldı. Dayının gelmeye dört günü var. Sen o pirinçleri yere diz, askercik oyna ben de seni göreyim. Eyvaah! Şişiririm kafanı şaplaklarla.”
“Askercik değil onlar Pirasker!”
“Her ne zıkkımsa. Getir bakayım bana telefonu.”
Samet, tuşlu cep telefonunu annesine verdi ve programı izlemeye koyuldu. Kadın üç puan vermişti. Kafasını hırsla kaşıyarak, “Tam dediğim gibi vermiş ana. Üç vermiş. Bok gibi yaptı çünkü.”
Annesi, telefonun rehberinde kardeşini ararken “Hele sen bi daha nimete bok de, bak ben seni nasıl dışarı atıyorum gece karanlığında!” diye payladı. Aradı lakin yine ulaşamadı. Birkaç defa daha denedi. Sonuç değişmeyince köyden Nazife’yi aradı. Ulaşamadı. Muhtarı aradı. Diğer kardeşi İlknur’u, polis Neco’yu, eltisi Necla’yı aradı; ulaşamadı. Deli İsmet’i bile aradı. Rehberindeki kimseye ulaşamadı. Hızla kalktı. Eşarbını rasgele bağladı. “Samet ben köye gidiyom. Geceleyin arabayla getirirler beni. Sen burda babanın başını bekle. Su neyim verirsin. Dışarı çıkma.”
“Ana nereye ana! Akşam oluyo zaten yarın sabahtan gidersin. Hem köy yürüyerek üç saat sürer nasıl gelcen geceye. Ya kurtlar parçalarsa seni, görürsün o zaman.”
“Hiçbişey olmaz. Hızlı hızlı gitçem hemen. Kar geldi gelcek. Bok mu yicez elde avuçta bişey yok.”
“E dayım gelcekti hani. Onu beklesek ya. Ne diye gidiyon şimdi sen ana!”
“E ya gelmedi üzerine bi de kar geldi. Ölür gideriz o zaman bu dağda. Büyüdükçe manyak oldun sen ha! Az da yemiyon ki kime çektin bilmem.
“Ben de geleyim o zaman senle.”
“He seni bi de sırtımda taşıyım o engebede tam olsun. Dur oğlum işte, televizyon bak, oyun oyna. Erkek oldun sen daha. Hani Samet Paşa?”
Samet kafasını kaşırken, dudağı kıvrıldı. “He Paşa diyon yani. Tabi Samet Paşa’ya bi şey mi olur? Sen git ana biz bekleriz burda. Asayiş ben Kemal!” Kadın hızlı adımlarla uzaklaşıp sık ormanda kayboldu. Güneş alacalı renklerine bürünmüş batarken, bir kar tanesi annesini uğurlamaya çıkmış Samet’in kabak kafasına düştü. Dizili bamyalara bakıp “A ha! Zorlu herekât başlıyor Bamyaskerler! Hazır olun.”
Bir yanıt yazın