
“Ellerim bileklerime kadar bağlı. Saçlarım arkadan sıkıca tutturulmuş. Alnım ateş. Gözlerim kan, biliyorum. Yüzüstü yatıyorum. Karanlık. İliklerime kadar. Soğuğu tüm vücudumda hissediyorum. Kafamı kaldırmaya hâlim kalmamış. Bacaklarıma ağrılar saplanıyor. Bıraksalar çığlık çığlığa ağlayacağım. Ama bırakmazlar. Beni de. Çığlıklarımı da. Ağlamamı da. Gülmemi de. Bırakmazlar. Bulanık her yer. Gözlerimin oyunu mu, yoksa dünya dedikleri şey bir bulantıdan mı ibaret, anlamlandıramıyorum. Kulağımda bir uğultu. Deli sessizliğin ortasından hışımla geçiyor. Düşüncemde iki üç anı. Gerisi muallakta.
“Ben” dedikleri benden hiçbir şey kalmamış. Kül olmuş evimin kokusu burnumda. Paramparça ruhumun, küllerle bezenmiş evi. Siyah kurdelelisinden. Kırmızı boyalısından. En sıcağından. En keskin soğuğundan. Belki en uçsuz bucaksız bir anından. Ama benim kollarımdan. Onun avuçlarından. Diğerinin başucundan. Ayrılmış. Kopmuş gitmiş. Yok olmuş. Küllerle bezenmiş.
Kırmızı saçlı bir kadınım ben artık. Yanaklarım al al. Vücudum ateş. Ruhum kül. Elimde bir mendil. Yaşımı silerim diye saklıyorum. İzin verirlerse. Bileklerim acıyor. Acı gittikçe artıyor. Bir şey yapamıyorum. Ömrüme mıhlanmış bir cümleden ibaret gibiyim. Gözlerim kapanıyor. Açık tutmak için direniyorum. Tutuyorum ki evim yeniden alev almasın. Ellerimdeki ipleri ileri geri gevşetmeye çalışıyorum ama cabası. Soğuğa alışıyor vücudum. Aksine sıcak geliyor artık. Hayat gibi. Önce derini iğne gibi delip geçen şeyden acı duyarsın. Sonra, epey zaman sonra belki, alışırsın. Gözün bir öncekini aramaz. O anda takılır. Sonrası. Sonrası koca bir soru işareti. Ya alışkanlığınla devam edersin. Ya da yoldan geçen bir iğneyi derine yeniden saplarsın. Yepyeni bir acıyla hayatının tam ortasında küllenirsin. Belki küllerinden doğar yeni bir ev inşa edersin. Bilinmez.
Kulağımdaki uğultu dinmiyor. Bunca yılın birikmiş uğultusu. Yüzlerce ağzın tek bir dudaktaki sesi. Nefesim dar. Kalbimin ritmi düşüncemin önüne geçiyor. Bileklerim kıpkırmızı. Tabii. Kırmızı saçlı kadının bilekleri kırmızı olur. Başka türlüsü tartışmaya kapalı. Öyle olmalı. Bir döngü içindeyim. Bu sefer alev alacak olan ruhumun hangi evi bilmiyorum. Belki benim. Belki benden çok daha fazlası. Kafamı yavaşça kaldırmaya çalışıyorum. Boynuma saplanan ağrı beni geri yere itiyor. Hayır. Böyle olmamalı. “Hayır!” diyorum! “Duyun beni. Duyun! Kaldırın buradan. Çözün iplerimi. Bırakın evim küllerine bezensin yeniden. Ama beni bırakın!” Bacaklarımı hissetmiyorum artık. Sanki biri gelip tekme atmış ama ben hiç acı hissetmemişim. Saçlarımın sıkılığı zaman geçtikçe artıyor. Kafamın ortasındaki sancı beni rahat bırakmıyor. Konuşsam konuşamıyorum. Sussam olmuyor. Yara bere içindeki vücudumun benden ayrıldığını hissediyorum her dakika. Ruhumdaki acıların bereleri. Hayır. Gözlerini kapatma. Kapatma! Yoksa kaçırırsın her şeyi. Kalktığında geriden başlarsın. Hayır! Bunu istemiyorum. Gerçi ne istiyorum, onu da bilmiyorum. Olsun. Başlama. Neye başlayacaktım? Geri. Neyin gerisi? Çalışmak. Doğru ya. Bir şeylere çalışmak. Kalkmaya mıydı? Gözlerini açmaya? Dik durmaya? Yara bere her yer. Her yer kül. Kül? Doğru. Ruh ve acı içindeki ev. O, ev miydi, yoksa ben mi? Ben kimdim peki? Yanıyor. Burnuma koku geliyor. Yeniden yanıyor, yetişin! Gördüm işte. Yine alev almış. Cayır cayır. Hiç bana sormadan. Öylece gözümün içine baka baka. Gözümün içine baka baka mı? Bu hâldeyken, bakacak bir göz kalmamışken mi? Güldürme beni. Gülemiyorum zaten.
Ağrı giriyor karnıma. Kimse yok mu, hey! Yanıyor diyorum! Gören kimse yok mu arkamdakini? Ağlasam söner mi? Yeter mi gözyaşlarım buna? Yeter bence. Kırmızı saçlı kadınım çünkü ben. Benim her şeye gücüm yeter. Öyle mi? Öyleyse neden şu an bu haldesin? Ellerin neden bağlı? Ya saçların? Sen saçlarını hiç bağlamazsın ki. Neden bağlılar. Açmaya çalışsan, açamazsın. Uçları küllenmiş. Dokunsan dokunamazsın. Aynı evim gibi. Sıcak. Çok sıcak. Daha da artıyor. Hissediyorum. Duyan, gören kimse yok. Sesimi duyun! Kafamı kaldırıyorum. Alevler yanı başımda. Gittikçe yaklaşıyor. Nefes alışverişim hızlanıyor. Neden lanet olası şu yerde kimse yok, neden! Yürüyemiyorum. Vücudum kendini zemine bırakmış. Başım dönüyor. İmdat! Siyah kurdeleli evimin kurdelesi çözülmüş. Saçlarıma takılmış. Kırmızı saçlı kadının siyah küllü kurdelesi.”
Elindeki kâğıdı okumayı bitirdi. Aynanın karşısındaydı. Kafasını kaldırmasıyla arkasındaki manzarayla karşılaşması bir oldu. Hemen oturduğu yerden kalkıp kapıya gitti. Açmaya çalıştı. Kalbi yerinden çıkacaktı. Ne yapacağını şaşırdı. Dışarıdaki herkes çığlık çığlığaydı. Üzerinde bir sıcaklık hissetti. İğne gibi delen. Ayaklarından saç tellerine kadar. Kırmızı saçlı kadındı o artık. Annesinin haykırışıyla sarsıldı,
“Ne duruyorsun Güneş, çıksana dışarı ev yanıyor!”
SUDENAZ KAHRAMAN
Bir yanıt yazın