
Bu mahalleye taşınalı on gün olmuştu. Mahalledeki yaşama alışmaya çalışıyordum. Henüz kimseyle doğru dürüst tanışmamış, sosyal bir ilişki kuramamıştım. Annem arada bir beni sağa sola alışverişe gönderdiğinde fırsat bu fırsat deyip birileriyle tanışabilmek için gördüğüm insanların gözlerinin içine bakıyordum.
Bugün belki de o gündü. Annem iki kilo kıyma almam için kasaba gitmemi istiyordu.
Bana çok yabancı olan sokaklarda yürürken, tanımadığım insanlarla karşılaşırken, ayak bastığım her yeri, gördüğüm her yüzü hafızama kazımaya çalışıyordum. Sonunda mahallenin kasabına ulaştığımda; içim yeni insanlarla tanışacağım heyecanıyla kıpır kıpırdı.
Kasabın kapısında durup içeriye baktım. Kalabalık sayılırdı. Birkaç kişi tezgâha yanaşmış, etleri doğrayan kasaba sipariş veriyor, birkaç kişi ise köşedeki koltukta oturmuş sıra bekliyordu. Bu insanların çoğu büyük ihtimalle mahalle sakiniydi. Demek ki yakında hepsiyle tanışacak belki de içlerinden bazılarıyla yeni, güzel arkadaşlıklar kuracaktım. Bu hayal beni çok heyecanlandırıyordu.
Umut dolu adımlarla kapıdan içeriye girdim. Tezgâha doğru yaklaştım ve “Kolay gelsin. İki kilo kıyma alabilir miyim?” dedim. Kasap, başını kaldırdı. Yüzüme dik dik bakarak “Sıranı bekle delikanlı. Elimdeki şu siparişleri hazırlıyayım seninkini de hallederiz,” dedi. Başımı onaylar anlamda sallayıp içerideki koltuklardan birine oturdum. Koltukta yanımda oturan bir kız vardı. O da benim gibi etrafa boş gözlerle bakarak sırasını bekliyordu. Tanışmak için iyi bir fırsat olduğunu düşünerek; “Selam” dedim. Kız bakışlarını kilitlediği taraftan gözlerini ayırmamıştı. Konuşmak istemiyor olabilir miydi? Kısa bir süre sonra yeniden bu kez biraz yüksek bir sesle “Selam” dedim. Bu sefer gözlerini bana çevirerek, anlamsız bakışlarla baktı. “Bana mı dedin?” dedi. Çok şaşırmıştı. “Evet ya sana söyledim. Selam” diyerek gülümsedim. Bana doğru dönerek neşeli bir sesle; “Ah, pardon merhaba” dedi. Sevinmiştim çünkü beni umursamış ve yanıt vermişti. Bir an meraklı gözlerle yüzüme baktı ve “Sen? Sen yeni açılan manavın oğlu musun yoksa?” diye sordu. Çok şaşkındım. Böyle bir soru beklemiyordum. “Hayır,” dedim “Ben Emre. Bu mahalleye yeni taşındık,” dedim. Kız, mahcup bir şeklide “Özür dilerim. Karıştırmış olmalıyım. Ben de terzinin kızıyım,” diyerek elini uzattı. “Sorun yok ama… Şey… İsmin ne?” diyerek uzattığı eli sıktım. Adını sormuş olmam onu şaşırtmış gibiydi. Kısa bir sessizlikten sonra; “Adım mı?” diye sordu. Biraz düşündükten sonra şaşkınlıkla “Adım… Adım Aylin” dedi mırıltıyla. “Tanıştığımıza memnun oldum Aylin,” diyerek elini daha kuvvetli sıktım. Gülümsedim. Bu kez o, yakın bir tavırla “Demek yeni taşındınız. Babanın işinden dolayı mı geldiniz bu mahalleye?” diye sordu. Başımı sallayarak onayladım. “Peki baban ne iş yapıyor?” diye sordu. “Bakkal” dedim. “Ben de tanıştığıma memnun oldum bakkalın oğlu,” diyerek güldü. Kaşlarımı çattım. Sırtımı döndüm. Kafamı çevirip tezgâha baktım. Müşteri azalmıştı. Bunu fırsat bilerek siparişimi vermek üzere ayaklanacaktım ki içeriye benden birkaç yaş büyük bir çocuk girdi. “Abi bana üç kilo kanat,” dedi. Kasap gülümseyerek “Oo hoş geldin doktorun oğlu. Nasılsın abiciğim? Ne var ne yok?” diye sordu ilgiyle. “İyi abi. Sağ ol. Bizim siparişlerin biraz acelesi var. Halletsen seviniriz,” dedi. Kasap hiç düşünmeden “Hay hay” dedi. Bu haksızlıktı çünkü sırada bekleyenler vardı ve sıra benimdi. Ayaklanıp hemen “Abi ama ben daha önce geldim. Sıra benim. Yirmi dakikadır bekliyorum. Bu haksızlık değil mi?” dedim. Dükkândaki bütün kafalar aynı anda bana döndü. Kasap, gözlerini kısıp bana bakarken, “Sen kimin oğlusun, tanıyamadım” dedi. Şaşırmıştım. Ne demekti şimdi bu? Kimin oğlu olduğumun ne önemi vardı ki… Sıra benimdi. Aylin, bir anda ayağa kalktı ve benim yerime cevap verdi. “Bakkalın oğluymuş abi, yeni taşınmışlar,” dedi. Aylin’in bu cevabı üzerine kasap önemsemeyerek doktorun oğlunun az önce verdiği siparişleri hazırlamaya başladı. Yüzüme bile bakmadan; “Sen biraz daha bekleyeceksin kusura bakma. Doktorun siparişini bekletmek olmaz.” dedi. Söyledikleri karşısında ağzım açık kalmıştı. Susmaktan başka çarem yoktu. Aylin, bana doğru dönüp “Burada böyledir, ailenin mesleği ne kadar yüksekse sen de o kadar değerlisindir. Madem buraya yeni taşındın, öğreneceğin ilk şey de bu olsun,” dedi. Boş bakışlarla Aylin’in yüzüne baktım. Üzgün ve haklıydım ama üzüntümü ve haklılığımı anlayacak kimse yoktu.
Tam bu sırada dışarıdan bir çığlık sesi duyuldu. Bir kadın avazı çıktığı kadar “İmdat!” diyerek bağırıyordu. Hepimiz birbirimize dönüp meraklı gözlerle bakıştık. Tezgâhın arkasından kapının ağzına doğru uzanarak bakan Kasap, telaş içinde elindekileri bırakıp hemen dışarı çıktı. “Yetişin, Hatice’nin kızı boğuluyor!” diye bağırınca biz de hemen dışarı çıktık. Sokağın ortasında yerde boğazını tutan bir kız çocuğu ve başında ağlayan bir kadın vardı. Esnaflardan oluşan bir kalabalık kızın başına toplanmıştı. Büyük bir gürültü vardı. Ama kimse kurtarmak için bir çaba göstermiyor sadece olanları izliyordu. Öne doğru atılarak bir şeyler yapmak istedim. Ama kasap, beni kolumdan tuttu. “Dur. Ne yapmaya çalışıyorsun? Çocuk zaten kötü durumda, doktorun oğlu buradayken sana düşmez,” dedi. Şaşkındım, çünkü çocuk bu durumdayken bile kurtaracak kişiyi sorguluyorlardı. Doktorun oğlunun yüzüne baktım. Bu sorumluluğu beklemiyor gibiydi. Tüm gözler ondaydı ama o hiçbir şey söylemeden omuz silkti. Onun bu tavrını görünce daha da sinirlendim. Neden bana güvenmiyorlardı? Bir hışımla kasabın elinden hızlıca kurtuldum. Yerde kıvranarak zar zor nefes alan kıza doğru atıldım. İlkyardımı uyguladım. Kızın boğazına takılan şeker ağzından fırladı. Kız derin birkaç nefes alarak rahatladı. Annesi mutluluk içinde kıza sarıldı. Nefes nefese ter içinde kalmıştım. Küçük kız kurtulduğu için çok mutluydum. Etrafımdaki kalabalık bir anda coşkuyla alkış tutmaya başladı. Alkış tutanlardan biri bana doğru yaklaşarak elini omuza koyup etrafındaki kalabalığa “Kim bu delikanlı?” diye gururla sordu. Kasap şaşkınlık içinde ve mırıltıyla “Bakkal…” diyecek oldu. Hemen sözünü kestim. Etrafıma gururla bakıp soruyu soran adamın yüzüne gözlerimi diktim ve tok bir sesle; “Ben Emre!” dedim.
Bir yanıt yazın