Tuna görebilecekmiş gibi gözlerini diğerlerinin kâğıtlarına dikti. Arkadaşlarının yüzünden de bir şey anlayamadı. “Pas,” dedi sonunda.
“Evet beyler, şimdi başlıyoruz.” Fatih kâğıtlarına son kez baktıktan sonra ekledi. “Altı.”
“Ya abi bu kadar yüksekten niye giriyorsun ele, zaten öndesin, bırak da biz oynayalım,” dedi Yusuf.
Mete, “Yedi,” dedi. Fatih bunu bekliyormuşçasına hemen yapıştırdı. “Sekiz.”
Gökhan ve Arif tüm gerginlikten uzak, kenarda oturuyorlardı.
“Kanlı batak bu kanlı!” İyice keyiflenmişti Fatih. Gevrek gevrek gülüyordu. Bunu biraz da arkadaşlarını kızdırmak için yapıyordu. Başarıyordu da.
Gökhan şişelerin boşaldığını görünce yenilemek için kalktı. Uzaktan seslendi Fatih. “Ya Göko bunlarınkini boş ver, iyice demlenip oyun oynayamaz hale gelecekler.”
“Olum bunlar seni neşelendirmeye çalışıyorlar, sen daha kızdırıyorsun, laf yetiştireceğine oyununa bak,” dedi Arif. “Sonra senin yerini alırım.”
“Bok alırsın.”
“O değil de sen nasıl geldin buraya? Yoksa geldiğin için mi Tuğçe…”
“Aramız bozuk,” dedi Fatih. “Bu aralar karışamaz bana.”
“Anlaşıldı beyimizin baştaki derdi buymuş,” dedi Tuna.
“Ulan hep aynı taktik, yazık kıza be!” dedi Yusuf alabileceği tek kâğıdı kenara koyarken.
“Nasıl aynı taktik?” diye sordu Mete.
“İşinize bakın, bu sefer gerçekten bozuğuz.”
Fatih’in yanıtlamadığı soruyu Gökhan şişeleri dağıtırken yanıtladı. “Bu geri zekâlı böyle plan yaptığımız zamanlar, rahat vakit geçirmek için bozuk atıyor kıza.”
“Arama sorma derdi yok yani,” dedi Yusuf.
“Belli değil mi beyimizin neşesinden,” dedi Tuna. Pas dediğinden beri tüm olasılıkları hesaplamaya çalışıyordu. Bu sırada Fatih dalgınlıkla küçük kâğıdı ortaya atınca yapıştırdı hemen.
“İşte bu!”
“Yahu size susun diyorum, hata yaptırdınız işte!” diye bağırdı Fatih. Keyiflenme sırası şimdi diğerlerindeydi. Arif güncel durumu yazarken biralarına yöneldiler. Fatih bir dikişte içti birasını, boş şişeyi Gökhan’a uzattı. “Bir tane daha getirsene.”
“Dur oğlum, yavaş, bir el battın, ne bu hareketler,” dedi Gökhan.
“Bize kızdı,” diye atıldı Tuna. Fatih’in az önce el başında söylediğini taklit etti. “Kanlı batak bu, kanlı!” Fatih hariç hepsi bu sözlere katıla katıla güldüler. Yusuf bunu fark edince, “Oğlum, neşelen biraz takılıyoruz şurada, kaç haftadır buluşamamışız zaten.”
“Göko’nun da aklına uyup geldik buraya ama hava da buz gibi be,” dedi Arif. Sanki hepsi bu sözü bekliyormuşçasına üstündeki ceketlere daha sıkı sarındı.
“Bari şu sobaya iki üç odun atalım,” diye geldiklerinde söylediği ama kabul görmeyen öneriyi tekrarladı Yusuf.
“Atalım da odunlar hep karın altında, gidene kadar tutuşmaz bile,” dedi Gökhan.
“Bu havada buraya gelen aklımıza sokayım zaten,” dedi Mete, ceketine yapıştı.
Fatih, arkadaşlarının tavrına bozulmuştu. Evet, bazı zamanlar bunu yaptığı olurdu ama bu sefer gerçekten bozuklardı. Hem uzaklaşmak hem de Yusuf’un önerisini denemek için ayağa kalktı.
“Ben dışarıdan birkaç odun alıp geleyim, deneyelim.”
Hep birlikte Fatih’e baktılar. Gökhan bir şeyler sezinledi. “Ben de seninle geleyim,” dedi. Dışarı çıktılar. Karların altındaki odunlara ulaşmaya çalışırken, “Baksana,” dedi Gökhan. “Bir sorun mu var?”
Fatih başını kaldırmadan karları kazımaya devam etti. İlk oduna ulaştıklarında, “Var,” dedi. “Belli etmeyeyim diyorum ama var.”
“Nedir?”
Gökhan, Fatih’in suratına bakmaya devam etti. Fatih etrafına bakındı, kimsenin olmadığına emin olunca, “Tuğçe,” dedi yavaşça. “Hamile olabilir.”
“Ne diyorsun!?”
“Sus! Duydun dediğimi. Emin değiliz.”
“Test filan yaptırmadınız mı?”
“Yapacaktı bugün. Şehrin diğer ucuna gittim eczaneden test almaya.”
“Bundan mı bozuldunuz?”
“Yok, hanfendi salakça triplere girdi. Hemen evlenmeliymişiz falan.”
Kapının açıldığını duydular. Gelen Tuna’ydı. “Hadi be abi neredesiniz, donuyoruz.”
Fatih, “Sonra konuşalım,” dedi. Tam içeri girerken ekledi. “Aman, aramızda kalsın. Mete hâlâ bir şeyler hissediyor gibi.”
“Onu da anlamıyorum ki sanki sen aldın elinden.”
“Neyse hadi.”
Fatih ile Gökhan’ı kapıda görünce “Dağıtıyoruz kâğıtları,” diye seslendi Yusuf.
Gökhan, masa yerine kanepeye yöneldi. “Arif girsin benim yerine, ben kenardayım biraz.”
“Haydaaa bize mi alındın yoksa?” dedi Yusuf.
“Varmayın adamın üstünü, canı sıkkın işte,” diye araya girdi Gökhan.
Mete atıldı bu sefer. “Öndeyken iyi batınca canı sıkkın, oh ne güzel.”
“Uzatmayın, oyununuzu oynayın,” dedi Fatih, az önce aldığı şişenin dibini gördüğü sırada.
Bundan sonra pek konuşma olmadı. Gökhan odunları sobaya yerleştirmeye çalıştı. Kenarda köşede bulabildiği yakacak bir şeyler aradı sonra. Birkaç karton parçasıyla eski bir tişörtünü çıkardı kanepenin altından. “Değerinizi bilin,” dedi, “Sizin için tişörtümü feda ediyorum.” Normalde bu sözüne mutlaka bir karşılık alırdı ama herkes sessizce oyuna devam etti. Fatih de telefondan başını kaldırmıyordu. Akşamın neşesi iyice kaçmıştı. Fatih’in durumu –eğer gerçekse– ciddiydi. Havayı biraz dağıtmak için bir şeyler düşündü Gökhan. “Hadi çabuk bitirin de bir şeyler yapalım,” dedi.
Masada bulunan herkes Gökhan’a döndü. Fatih telefondaydı hâlâ. “Ne yapacağız?” dedi Tuna, ceketinden biraz sıyrıldı. Gökhan’ın tişörtü işe yaramışa benziyordu.
“Birbirimizi dikecek halimiz yok ya,” deyince Arif, masadakiler güldü. Ortam biraz yumuşar gibi oldu. Fatih aynı modda takılmaya devam ediyordu.
“Şşşşt buraya dönsene artık.” Gökhan, Fatih’i dürttü. Fatih kaldırdı telefondan başını. Gözleri kanlanmıştı içmekten.
“Ooo abi Fatih gitmiş çoktan baksanıza,” diyerek güldü Mete.
“Doğru konuş,” dedi Fatih, ayağa kalkmaya çalıştı kalkamadı. Kenardaki boş şişeleri fark etti Gökhan. “Oğlum n’aptın, bitirdin mi hepsini?”
Ayağa kalkamayınca daha da sinirlendi Gökhan. Yusuf kolundan tutmaya çalıştı. İstemedi, itti Yusuf’u.
“Dur, sakin ol abi, ne yapıyorsun?” Fatih baktı, konuşan Mete’ydi.
“Mete Mete… Koyacağım seni sepete.” Bu sefer gülme sırası Fatih’e geldi. Suskunluksa diğer herkese.
“Göko bak, akşamdan beri sesimiz çıkmıyor ama sabrımız taşıyor,” dedi Mete.
“Yav bi durun sakin olun, oturun,” dedi Gökhan, Mete’yi sakinleştirmek ister gibi kolundan tutarak. “Bir durum var belli ki.”
“Varsa var be ne yapalım oturup ağlayalım mı? Baksana iki şişeye zom olmuş.”
Fatih, Mete’ye doğru yürüdü. Araya girdiler hemen. İki saat öncesindeki şen şakrak oyun yerini bağrışmalara ve küfürlere bırakmıştı.
Ortalık biraz sakinleşir gibi olunca, “Kim zom olmuş be!” diye bağırdı Fatih bir anda. “Ben seni şu halimle ikiye katlarım.”
Mete, ileri atılacakken diğerleri tuttu. “Hadi, hadi,” dediler Gökhan’a, “toparlanalım, bu işin tadı kaçtı.”
“Durun bakalım, nereye gidiyoruz, bir sorun varsa halledelim,” dedi Gökhan.
“Doğru, halledelim,” dedi Mete.
Gökhan, Mete’nin yanına geldi. “Yapma,” diyecekti. Mete fark etti, hemen atıldı oraya. “Ne istersen, hazırım, hemen kapışalım.”
“Yahu manyak mısınız, ne yapıyorsunuz siz?” dedi Yusuf.
“İsteyen o,” dedi Mete kayıtsızca.
“Kapışacağız,” dedi Fatih tekrar. “Hadi açın şurayı Göko.”
Gökhan Fatih’in yanına geldi, Mete’ye kaş göz yapıyordu ama o da sinirliydi artık. “Oğlum ne yapıyorsun, kendine gel,” dedi Fatih’in kulağına yavaşça. Sinek kovar gibi bir hareket yaptı Fatih. Ani bir hareketle dışarı attı kendini sonra.
“Kusmaya gitmiştir,” dedi Gökhan. Mete’ye döndü. “Oğlum görmüyor musun adamın halini ne kapışması?”
“Siz bana yükleniyorsunuz da ben napayım susup oturayım mı söylediklerine?”
Arif, Yusuf, Tuna hep bir ağızdan, “Evet,” dediler. Onların sözünü Gökhan devam ettirdi. “Tabii idare edeceksin.”
“Gerçi senin de halin ondan pek farklı sayılmaz, bilmiyorsunuz ki içmeyi,” dedi Mete Gökhan’a. “Kaşınma Mete, kaşınma,” dedi Gökhan. Yusuf ile Arif bir sıkıntı daha çıkmasın diye Mete’yle Gökhan’ın arasına girdiler. Bundan sonra konuşma olmadı. Sessizce beklemeye başladılar. Bir on dakika sonra, “Nerede kaldı bu?” diye sordu Tuna. Yusuf arada sobaya bakıyordu. “Hem dışarıdan bir şeyler bulmaya çalışayım hem de Fatih’e bakayım,” dedi, çıktı. Bir on dakika da Yusuf gelmedi. Gökhan tam dışarı çıkacakken, Yusuf kapıyı açtı. “Abi Fatih yok dışarıda, seslendim seslendim cevap vermedi.”
“Haydaaaa,” nidası çıktı Gökhan’ın ağzından, alkolün etkisiyle uzattı seslenmeyi.
Konuşmuşlar gibi hepsi dışarıya yöneldi. Dışarının soğuğu insanın yüzünü kesiyordu. Sis de her yeri kaplamıştı. “Dağılalım,” dedi Gökhan. “Emin miyiz?” diye sordu Yusuf. “Baksanıza sisten hiçbir yer görünmüyor.”
Tuna, birkaç adım ileri gidip geldikten sonra, “Polise mi haber versek?” dedi. “Olmaz,” dedi Gökhan. “Ortada bir şey yok henüz. Bir bakalım önce.”
Herkes bir yol belirledi kendine. Bulan olursa mesaj atacaktı. Yarım saat sonra ne olursa olsun tekrar bir araya gelinmesi kararlaştırıldı. Dağıldılar.
Gökhan’ın yolu, ağaçlıkların olduğu, bazen de kurtların indiği bir yoldu. Buraları bildiği için bilerek seçmişti. Fakat sis ve karanlık burayı da onun için tanınmaz bir şekle sokuyordu. Birkaç adım ilerledikten sonra ayaklarında bir soğukluk hissetti. Baktı. Terlikleriyle çıkmıştı. Arkadaşlarına belli etmemeye çalışmıştı Mete haklıydı. Alkol onun da başını biraz döndürmüştü. Şimdi soğukla biraz kendine geliyordu. Geriye doğru baktı, ev görünmüyordu. Kararsız kaldı bu yüzden dönüp dönmemek konusunda. Ne kadar ilerlediğini hesaplayamadı. Biraz daha gider, dönerim, diye düşündü. Sis her yerdeydi. Ellerine baktı Gökhan. “Yok,” dedi. “İyi değilim ben.” İyi değildi ama devam etmek zorunda hissediyordu kendini. Fatih’e bir şey olsa bunun hesabını veremezlerdi. Bir ağaca çarptı bu sırada. Yere yığıldı. Başına bıçak gibi bir ağrı girdi. Ayaklarındaki soğukluk bedenine yayılmaya başladı. Çarptığı ağaca tutunarak güçlükle doğruldu. “Yürüyemeyeceğim,” dedi. “Yürüyemeyeceğim.” Gücünü toplayarak, “Fatihhh!” diye bağırdı sisin içine doğru. Cevap gelmedi. Diğerlerinden de. O kadar uzaklaştığını düşünmüyordu. Tekrar bağırdı. Yine cevap gelmedi. Olduğu yere çöktü Gökhan. Polise gidemezlerdi. Babası öldürürdü onu kesin. “Mete, Mete!” diye seslendi. “Bu sefer hepimizi koyacaklar sepete.” İleriden bir ses geldi bu sırada. Gücünü topladı Gökhan, kalktı ayağa. Birkaç adım ilerledi. Bir şey göremeyince biraz daha gitti. Yoktu hiçbir şey. Geriye doğru baktı. Yer gök bembeyazdı. Ayaklarını hissetmiyordu. Hemen çoraplarını çıkarıp tekrar giydi terliğini. Geldiği yönü hesaplayıp yürümeye başladı. Her yürüyüşünde gırc gırc eden karlar, kulaklarını tırmalasa da ayık kalmasını sağlıyordu. Gücü tükendiğinde de başını kaldırdı, etraf yine bembeyazdı. “Polise haber verseydik keşke,” dedi. Çünkü artık gidemiyordu. Çöktü kaldı olduğu yere. Fatih’i aramaya gidenler kendisini bulurdu kuşkusuz. Gözlerine direnmeye çalışırken sisin içine baktı.
“Gökooooo!”
Gökhan, açtı gözlerini. Soğuk. Çok soğuktu. Rüyasında mı ona seslendiler, yoksa gerçek miydi emin olamadı. Az sonra tekrar, “Gökoooo!” nidalarını duyunca son bir gayret gücünü topladı. Ayılmıştı artık. Sesin geldiği yöne doğru adım adım ilerlemeye başladı. Penceredeki ışığı görünce sesini de çıkardı. “Buradayım!”
Yusuf’la Arif fark etti Gökhan’ı. Hemen içeriye aldılar. Gökhan’ın yüzüne yayılan sıcaklık başını kaldırmasına neden oldu. Kanepede Fatih yatıyordu. “Bulduk,” dedi Yusuf.
“Nerede?”
“Yandaki ahıra girmiş. Rahatı hepimizden iyiydi. Biz asıl senin için korktuk. Bir saattir dışarıdasın.”
Gökhan, Fatih’in yanına uzandığında Fatih açtı gözlerini. Güldü. Gökhan’ın bir şey demesine fırsat vermeden, “Tek çizgiymiş,” dedi sessizce. Gökhan’ın yüzüne baktı. “Ne oldu sana?” dedi. Gökhan elini alnına götürdü. Önce eline sonra Fatih’e baktı. “Nolacak, batak kanlı oldu.”
TUĞRUL KARATAŞ
Bir yanıt yazın