Yatak odasından çıkmadan önce küçük aynasında çillerine baktı kadın. İyice yaklaştı aynaya, yüzünü sağa sola çevirdi. Artmışlar mıydı? Dudağını büzdü, yanaklarına, burnuna ovalayarak güneş kremi sürdü. Sokakları parlatan yakıcı yaz güneşine karşı elli faktör. Cep telefonunu aldı mı diye kol çantasını yoklarken banyodaki eşine “Hazırım!” diye seslendi.
Dişini fırçalarken “Tamam, çıkıyoruz!” demeye çalışan adamın sözleri macunun köpüğünde komik komik boğuldu. Ağzını çalkalayıp “Çıkıyoruz!” diye tekrarladı, bu sefer düzgün bir sesle. İşini bitirince başını öne eğip, acayip açılarla alnını kırıştırarak aynada saçının tepesini görmeye çalıştı. Yeni şampuanın yanında gelen losyonu da sürüyordu bir aydır. Seyrelen yerleri, kapanıyor muydu? Tam göremeyince alnını daha fazla kırıştırmak istemedi, pes etti. Losyonun sivri uçlu mavi-beyaz kutusunu bir cevap istermiş gibi anlamsızca tutup bıraktı.
Kadın cep telefonunu salondaki üçlü koltuğun kenarında bulunca çıktılar. Adamın eli kadının omzunda, koridoru geçip asansörü çağırdılar. Çabucak geldi, gri metal kapı açıldı.
Aynı anlarda, alt dairelerindeki adam evinin sessizliğinden çıkmış, koridorun sarı ışığında asansöre yürüyüp düğmeye basmış, beklemeye başlamıştı Sabahtan beri evdeydi, kimseyle konuşmamıştı, bir an önce yalnızlığından uzaklaşıp şehirde dolaşmak istiyordu. Duvardaki aynada gri gömleğini beğendi, ütülense daha da güzel dururdu ama üşenmişti.
Asansör açılınca çift kenara yanaştı, adam belli belirsiz gülümseyerek girip karşı duvara yaslandı. Zemin düğmesi basılıydı.
Kadın, gri gömlekli adamın esmer, güneş yanığı yüzüne kaçamak bir bakış attı; parlak teninde hiç çil yoktu. Kendisi böyle yansa çilleri ne biçim artardı. Bakışları yere indi, kocasına bir adım yanaştı.
Kocası, kendisiyle aynı yaşlarda gözüken adamın saçlarına bakıyordu. Atletik, İyi basket oynayan liseli gençlerinki gibi durduğu yerde dalgalanan, gür, canlı, göz alıcı saçlar. Marketlerde gezinirken tavandaki güvenlik kamerasının ekranında başının tepesindeki keli gördüğü anları hatırladı, canı sıkıldı. Bakışları yere inerken elini eşinin omzuna koydu.
Adam göz ucuyla çiftin alyanslarını inceliyordu. Yıllanmış, ilk zamanların toy parlağını geride bırakmış yüzüklere mütevazı, olgun bir renk oturmuştu. Kadın şirindi, çilleri kumral yüzünü süslüyordu. Kocası sakin, orta halli, düzgün bir tipti. Birbirine şefkatle dokunan iki huzurlu insan. Böylesi az bulunuyordu artık. Yanı başında bir sevgilinin samimi, gülen yüzünü görmenin bulut gibi beyaz, yumuşak tadı… Aylar öncesinden kalan, kül rengi bir ayrılma anı gözlerinin önünden geçti. Elini bir desteğe ihtiyaç duyar gibi kenara dayadı, bakışları kat düğmelerine takılı kaldı.
Zemin katta kapı açılınca karşılıklı gülümsediler. Grili adam kibar bir hareketle buyurun yaptı, kadınla kocası teşekkür edip çıktılar.
Dışarıda otoparkta yürürlerken eşinin koluna girdi kadın, “Adamın hiç çili yoktu, o kadar da yanmış…” dedi. “Saçları da amma gürdü,” dedi kocası, şampuanını sorsa mıydı?
Arkalarında kalan adam bunları duymuyordu, adımlarındaki özgürlük hissi, yüzüksüz elinin hafifliği bir an hoşuna gitmişti, “Bütün ömür aynı kadınla geçer mi yaaa?” dedi içinden, kimi arayacağını düşünmeden cep telefonunu çıkardı.
OĞUZ DİNÇ
Bir yanıt yazın