Hasat – Fahri Alpyürür

 “OFİS ÇİFTÇİNİN KARA GÜN DOSTUDUR”

Buraya geldiğim ilk günden beri, her sabah gözlerimi açtığımda bu yazıyı görüyorum. Gri duvar üzerine, kalın ve siyah harflerle yazılmış büyükçe bir yazı… Güneşin doğuşunu ise göremiyorum, kaldığım binanın arkasından doğuyor, öğlen vakitlerinde biraz yükselince karşımdaki bu büyük yazıyı aydınlatıyor iyice. O zaman da işçiler gün ortası paydosunda oluyorlar. Bir de personeller var tabii… Onlar, işçilerin arasından kolaylıkla ayırt edilebiliyorlar, kravatlılar ve Maltepe içiyorlar. İşçiler ise Bafra içiyor. Bazıları gömlek ceplerinde bazıları ise çorap içlerinde saklıyor sigara paketlerini. Bazı personeller tabaka da kullanıyor. İşçilerin içinde dolaşmayı daha çok seviyorum ben, sessizce bir o yana bir bu yana gidiyorum. Kimi beni görünce oturup dertleşmeye başlıyor kimi ise hissettirmeden uzaklaşıyor. Sanırım bazıları benden çekiniyor biraz.

Günde kırka yakın kamyon geliyor ofise. Buğday alıyoruz. Devasa tartılar var binanın önündeki geniş bahçede. Kamyonlar önce bu tartılarda tartılıyor, sonra Ankara’dan gönderilen çizelgeden, kamyonun markasına ve modeline bakılıp darası öğreniliyor ve tartıdan düşülüyor. Böylece buğdayın ham ağırlığı bulunuyor. Kamyonlar sabah erkenden geliyor ofise. Sıra uzuyor gittikçe. Kimi belki bir saatte görüyor işini, kimi üç saatte bitirirse şanslı hissediyor kendini. Tartı memurları topluyor, çıkarıyor, çarpıyor… Güneş tepede, hepimizi kavuruyor. Uzun uğraş. Hepimizinki ekmek derdi. “Mola!” diye bağırıyor biri. Diğerleri hemen çayhaneye seğirtiyor. “Çay?” diye soruyor ötekine. “Bu sıcakta mı?” diyor beriki. Öbürü gülüyor, “Asıl sıcakta içilir bu,” diyor, “Harareti alır.” Çayın yanında hepsi birer sigara yakıyor. Bir köşede durmuş bu koşturmayı izlerken fark ediyorum, buğday satmaya gelen köylünün sigarası da Bafra. Bazıları da ağızlık kullanıyor.

* * *

Öğleden sonra üç numaralı tartının önünde bir kalabalık oldu. Neler olduğunu anlamak için aralarına sokuldum. Küçük bir sıra tartışmasıydı. Olanlara aldırmayan iki adam, kalabalığın kenarında durmuş konuşuyorlardı. Önceden tanıştıkları samimiyetlerinden belliydi. Genç olan sordu:

“Yahu İrfan Dayı, senin traktör yine bozulmuş diye duydum, yaptırabildin mi bari?”

Yarım avuçluk beyaz sakalını sıvazlayan yaşlı adam yakınarak cevapladı.

“Yok be evladım, ne mümkün! Allah yüzümüze baktı da hasat bitmeye yakın bozuldu. Yoksa vallahi kalırdı ekin tarlada.”

Eliyle tartının üzerinde duran kamyonu göstererek devam etti.

“Şimdi güzel bir fiyat verirlerse buna, traktörü yaptıracağım. E masraflar var, tohumu, ilacı, suyu… Oğlan da askerde, Allah için, istediği yok ama ona da bir şeyler göndermek gerek. Kalanıyla geçineceğiz işte bir şekilde, Allah kerim.”

Genç adam elindeki çay bardağını bırakabileceği ücra bir köşe aranırken konuştu.

“Hayırlısı olsun dayıcığım, sıkma canını, gönlünü ferah tut. Hem bu sene fiyatlar yükselmiş diyorlar.”

Sıcaktan bunalıp gömleğinin düğmesini açarak kravatını gevşeten tartı memuru, buğdayın fiyatını, elindeki hesap makinesine yaptığı son birkaç dokunuştan sonra buldu ve sigarasının külünü silktikten sonra konuşmayı böldü.

“Dayı, senin hesap tamam, yetmiş beş bin lira ediyor burası.”

Güneş yüzüme geldiği için kantarın gölge tarafına geçerken tartı memuruyla bakıştım. Gözlerini yaşlı adamdan kaçırırken bana yakalanmıştı. Bir tuhaftı bakışları. Yaşlı adam konuştu.

“Şimdi yetmiş beş bin lira mı ediyor, bu kadar ekin?”

Tartı memuru gözlerini benden alıp pişkin bir ifadeyle cevap verdi.

“He ya, seksen bin veren yer biliyorsan söyle de bu kadar kişi sırada beklemesin.”

Etraftakiler gülüştü. Bir terslik olduğunu fark eden genç adam yanaşıp konuştu:

“Hayırdır dayı, bir terslik mi var?”

Yaşlı adam cevap vermeden tartı memuruyla konuşmaya devam etti:

“Yanlışın var kardeşim, az tuttu bu, yüz binden aşağı etmemesi lazım.”

Tartı memuru yeminler ettikten sonra, “Hatta bu kadar zahmet çektin diye bin lira fazladan yazdım,” dedi. Yaşlı adam inanmadı. Yüzü yumuşamadı. Kaşlarını kaldırıp verilen banka çekini ceketinin iç cebine koydu. “Al madem,” dedi, “Sizden başka kime satacağız ki zaten bu dağın düzünde.” Arkasını dönüp giderken küfretti bir süre. “Ne derseniz o,” dedi herkesin duyabileceği bir sesle, “Nasıl olsa buranın marabası biziz, ağası sizsiniz.”

* * *

Akşam oldu…

Alımlar bitmişti o gün. Geriye muhasebeciler arasında görülmesi gereken birkaç hesap kitap işi kalmıştı. Alınan buğdayların bir kısmı un fabrikasına bir kısmı da silolara gönderilecekti. Neredeyse iki haftadır her gün köylüler gidip geliyordu ofise. Onlarla vakit geçirmek hoş oluyordu. Anlıyorlardı hâlimden. Dertleşiyorduk. Yemeklerine bile davet ediyorlardı bazen. Yine nizamiyedeki bu küçük bekçi odasında, bu somurtkanlarla baş başa kalmıştım. Hepsi dedikoducu, işgüzar ve küfürbazdı. Bekçi Gündüz’ü ayrı tutarım bunlardan. Ortamdaki sohbetin tadı kaçtığında pos bıyıklarını burarak dışarı atar kendini. Bazen çıkıp beraber dolaşırız arka bahçeyi. Yeni geldiğim için bana pek iş vermez. El fenerini açıp ambarlara, silolara ve bürolara bakarız, kim var kim yok diye.

Sadece ofise yeni gelen müdür üç gecedir bozuyor keyfimizi. Kendi sıcacık lojmanında otururken telsizi eline alıp başlıyor emirlerini sıralamaya. “Ambarların oradan bir ses geldi, gidin bakın!” Gündüz telsizin mandalına basıp okkalı sesiyle “Emredersiniz müdürüm!” dedikten sonra başlıyor sövmeye.

Akşam da benzer bir emir duyduk telsizden. Gündüz, “Hay ambarının…” diye başlayıp söylene söylene, yalnız başına çıkıp gitti ambarların oraya doğru. Kalanlar çay içiyordu. Kulak kabarttım sohbetlerine istemsizce.

“Bugün o tartı memurunun yaptığını gördün mü?”

“O yaşlı adamla tartışmasını diyorsun değil mi, gördüm. Yazık adama be! Traktörü bozulmuş zaten o bir masraf, oğlu askerde, getirdiği buğday da pek bir şey etmedi.”

“Benim aklım pek ermez bu işlere ama bana da az para tuttu gibi geldi. Hem kamyon tepeleme doluydu hem de bu sene fiyatların arttığını herkes biliyor. Bir katakulli döndü ama anlamadım.”

“Yok canım, hesap belli mizan belli. Bu köylüler biraz açgözlüdür bakma, ne koparsam kâr diye mi düşündü acaba?”

“Sanmam, temiz bir adama benziyordu.”

“Sanma sen, ben çok gördüm böylelerini…”

* * *

Sakin bir öğlen paydosuydu. Yemeklerini yemiş olanlar üçlü beşli kümelenmiş sohbet ediyordu. Bense yine işçilerin arasındaydım. Duvar dibinde konuşan birkaç kişi çekti dikkatimi. Şişman olan ambar amiriydi, Ferhat’tı adı. Dişlerinin arasına bir kürdan sıkıştırmış olan ise tartı memuru, Bedri. Yanlarındaki kavruk tenli genç de yeni gelen müdürün iltimasıyla işe alınmıştı.

“Bu akşam gireceğim, müdür öyle istiyor,” dedi Bedri. “Ambar nöbeti Niyazi’deymiş zaten.”

Ardından Ferhat konuştu:

“Bedri zaten son sayıma yazdırmış kendini, gece burada olacak. Ben de herkes çıktığında ambarda kalırım. Bir terslik olursa sizi kaçıracağım buradan, araba arka tarafta hazır bekleyecek.” Ardından kavruk tenli gence döndü. “Sen de…”

Gençle bakışıyorduk.

“Buraya bak oğlum, biliyorsun ne yapacağını değil mi?”

Genç, bakışlarını üzerimden çekip cevap verdi:

“Biliyorum amirim, dediğin yerden parayı alacağım.”

* * *

Buraya geldiğimden beri hiçbir gece bu kadar uzun olmamıştı. Sürekli pencereden dışarıyı izliyor, sabah konuşan adamları görmeye çalışıyordum. Belli ki bir iş çevirmişler, birilerinin hakkına girmişlerdi. Devamlı burada ve hazırdım. Bugünler içindim hatta. Engel olmak istiyordum, her ne olacaksa. Saat ilerledi, ilerledi, ilerledi… Gündüz ile arkadaşı Bülent vardiya değiştirdi. “Radyonun pilini bitirme,” dedi Gündüz giderken, sonra “Dikkat et buna,” diye ekledi beni göstererek, “Bir tuhaf bu akşam…”

Ofisin avlusunda korkarak sağa sola bakan Bedri’yi gördüm nihayet. Kapıyı aralayıp yavaş adımlarla dışarı çıktım. Ambara doğru yürüdü Bedri. Müdürün odasının olduğu tarafa dönüp bir işaret yaptı. Kavruk tenli genç, pencerenin demir parmaklıklarına tutunup aşağı bıraktı kendini. Ambara doğru koşmaya başladı o da. Tam o esnada ben bilmeden yanımda duran sepetlere çarpıp hepsini devirdim. Bedri endişeyle seslendi.

“Kim var orada?”

Düğüm çözülmüştü. Gencin peşine düştüm. Bedri’nin sesine, bekçi Bülent yetişti.

“Ne oluyor, kim var orada, Bedri?”

Bedri atıldı.

“Hırsız! Kaçtı! O tarafa…”

Gencin peşindeydim. Soluk soluğa hayli kovaladım. Arka bahçenin duvarına tırmanmaya çalışırken üzerine atlayıp yakaladım. Arkamızdan birkaç el ateş eden Bülent yetişip gencin bileklerine kelepçe vurdu. Gecenin karanlığında göz gözü görmüyordu. Bülent belinden el fenerini çıkarıp açtı. Işığı, kelepçeleyip yere yatırdığı gencin yüzüne tuttuğunda hayretle irkildi.

“Ne işin var lan ulan senin burada? Kardeşliğin batsın, yüzümü yine mi yere eğeceksin benim? Şerefsiz!”

“Abi bildiğin gibi değil…”

O sırada diğerleri geldi aklıma, ambara doğru koşmaya başladım. Bülent kardeşini orada bırakıp peşimden geldi. Ferhat’ı orada korkudan titrer hâlde bulduk. Bir kelepçe de ona takıp kardeşinin yanına getirdi Bülent. Bir anda ofisin etrafını kırmızı mavi ışıklar sardı.

“Jandarma! Yat yere! Teslim ol, kıpırdama!”

Askerler etrafımızı kuşattı. Bülent aralarında görünen başçavuşa doğru bağırdı.

“Komutanım, ben bekçiyim!”

“Adın ne?”

“Bülent, komutanım.”

* * *

Jandarma, önce Bülent’in kardeşini ve Ferhat’ı aldı arabaya. Konuşturulunca suç ortaklarını söyledi ikisi de. Bunun üzerine Bedri’yi ve Niyazi’yi bulup getirdiler. Dediklerine göre Niyazi, dışarıda ortalık karıştığında, ambardaki buğdayların altına girmiş. Bir asker arama yaparken kafasına basmış da öyle bulmuşlar.

Çok geçmeden, yeni gelen müdürün de işin içinde olduğu çıktı ortaya. Şafak sökmek üzereydi. Ben, Bülent’in yanında duruyordum. Duyan gelmişti. Dört yanımız insan doluydu. Başçavuş yanımıza gelip bir sigara yaktı ve kendi kendine söylendi:

“Şunlara bak, tamamen organize bir iş! Öyle basit bir hırsızlık meselesi değil.”

Bülent mahcubiyetle sordu.

“Ne olmuş ki komutanım?”

“Şu müdür, alımların başından beri eksik hesap yaptırıyormuş. Fiyatı yüzde yirmi beş eksik söylüyormuş tartı memuru. Bir de kaç gecedir müdür ‘ambardan ses geliyor,’ diyormuş bekçilere. Akıllı ya, sonradan olay açığa çıkarsa ‘Ben sesler duymuştum,’ deyip çıkacak işin içinden.”

Bülent kardeşini göstererek konuştu:

“Peki bu komutanım?”

“Onu alet etmişler bildiğin, olaya basit bir hırsızlık süsü vermek için. Sonradan payını vereceklermiş.”

Etrafımızdaki herkes, Bülent’in yaşadığı üzüntüyü ve hayal kırıklığını anlıyordu. Kısa süreli sessizliği bozan yine kendisi oldu:

“Bunun mayası bozuk demek ki komutanım. Ben bunu ne zorluklarla işe aldırdım. Bir senelik maaşımın yarısını müdüre rüşvet bağladım da öyle aldı işe. Hoş, o da suç ya, cezasını çekerim. Ama bu, adam olsun, eli ekmek tutsun istedim. Sonra evlendirecektim. Haram mal kimseye yaramıyor demek ki, ettik bir hata… Bak ne oldu? Geldi yine böyle pis işlere bulaştı.”

“Yine derken?”

“Köyde de olmuştu birkaç vukuatı komutanım, araya girmiştik de jandarmaya vermemişlerdi iti.”

Başçavuş elini Bülent’in omzuna koyup, “Olan oldu artık,” dedi. “Üzme kendini.” Ardından birkaç adım gerimizde duran Gündüz’e ilişti gözleri.

“Gündüz sen ne diyorsun? Olayın içinde başka birileri var mıdır sence?”

Gündüz şaşkındı.

“Vallahi komutanım, olay olduğunda benim vardiyam bitmişti. Evdeydim. Sonradan duyup geldim.”

“Nasıl yani?” dedi başçavuş, “Bunların hepsini sen mi yakaladın Bülent? Helal olsun…”

Bülent zor da olsa gülümseyip beni gösterdi.

“Hayır komutanım, asıl kahraman bu,” dedi. “Hissetti herhalde, peşlerinden koşup yakaladı benden önce.”

Başçavuş şefkatle bana baktı. Dudaklarını büküp kafasını salladı. Başımı okşarken yanına gelen Gündüz’e döndü.

“İşte,” dedi, “Her ofise böyle bir bekçi köpeği lazım…”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Nisan Erdem, Everest Yayınları tarafından yayımlanan “Rüyanın Oltasında” adlı kitabının ardından Yavuz Yavuzer ile söyleşti.

Bağlantı profilde.

@1yavuzyavuzer
@nisan.e
@everestyayinlari
...

Ekibimizin üyelerinden Selnur Güneş, “Yıldızçiyi” isimli yeni öyküsüyle Yazı Işleri’nde.

Bağlantı profilde.

@selnurgunes
...

İlayda Özcan, “İlgili Edebiyatla” isimli yeni öyküsüyle Yazı Işleri’nde.

Bağlantı profilde.

@ilaydaa.ozcn
...

Senem Balaban, “Zavallı Yalnız Bilgisayar” isimli yeni öyküsüyle Yazı-İşleri’nde.

Bağlantı profilde.

@sen_emba_laban
...

Atakan Boran’ın yeni öyküsü “Eski Güzel Günler” Yazı İşleri’nde.

Bağlantı profilde. 📌

@atakanboran1
...

Tuğrul Karataş, “Kanlı Batak” isimli öyküsüyle Yazı-Işleri’nde.

Bağlantı profilde.

@tugrulkaratas
...

Gamze Güller, Everest Yayınları’ndan yayımlanan Zürafanın Bildiği kitabının ardından Yavuz Yavuzer ile söyleşti.

Bağlantı profilde.

@gamzegullergg @1yavuzyavuzer @everestyayinlari
...

Uğur Demircan “Masal” isimli yeni öyküsüyle Yazı Işleri’nde.

Bağlantı profilde.

Fotoğraf: Aydın Akburak
...

Sudenaz Kahraman, “Kül” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@sudenazzkahraman
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin son öyküsü “Bakkalın Oğlu” Sümeyye Batur’un kaleminden Yazı İşleri’nde.

@spslslsmy

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin üçüncü öyküsü “Mavi Güneş” Enes Yazan’ın kaleminden Yazı İşleri’nde.

@enesyazan_

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin ikinci öyküsü “Süt” Azra Ertek’in kaleminden Yazı İşleri’nde.

@azrertk

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin ilk öyküsü “Radyo” Arman Yazan’ın kaleminden Yazı İşleri’nde.

@armanyazan_

Bağlantı profilde.
...

“Merhaba, ben Füruzan…”

Murat Uğurlu’nun kaleminden, üç uzun yaz ikindisinde yolunun kesiştiği Füruzan’a veda mektubu “Benim Füruzanlarım” Yazı İşleri’nde.

“İnsan olmak böyle bir şey midir acaba? Beşikten mezara upuzun, harcıâlem, manasız bir huzursuzluk…”

Bağlantı profilde.

@murat.vesaire
...

Van’da genç yazarlara, “Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak” isimli bir atölye veren Serpil Canalan bu yolculuğunu “Bir Çizgili Defter Meselesi” yazısıyla kaleme aldı.

Bağlantı profilde.

@serpilcnln
...

Mehmet Can Şaşmaz, “Ceza” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@mehmetcansasmaz
...

Ahmet Erkam Saraç, “Sakın Efsane Söyleme” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@aerkamsarac

Bağlantı profilde.
...

Oğuz Dinç, “Herkesin Derdi Kendine” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@oguzdinc_official

Bağlantı profilde.
...

Dilara Ulu, “İzafi Mesele” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@dileabag

Bağlantı profilde.
...

Mehmet Can Şaşmaz, “Ödül” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@mehmetcansasmaz
...

Bu hata mesajını yalnızca WordPress yöneticileri görebilir
Hata: Erişim Tokeni geçerli değil veya süresi sona ermiş. Akış güncellenmiyor.

Yazı İşleri


Künye

Yayın Yönetmeni

Murat Çelik


Yayın Kurulu

Duygu Değirmenci

Elif Yeşilkaya

Eris İnal

Fırat Yılmaz

Gülcan Ayral

Hatice Tosun

Müge Oskay

Salihcan Sezer

Tolga Esat Özkurt

Yavuz Yavuzer

İletişim

[email protected]

Press ESC to close