Benim Rüyalarım Hep Çıkar
Öykü ve roman hacimsel kıyaslama dışında birbirinden uzak türler değil. Biri diğerinin karnında. Romanı şöyle bir aralasak kaç tane öykü eder. Öyküde “Yerim dar,” diyen gelin gibi hissediyorum bazen. Nasıl oynayasım var ama “yerim dar.” İşte roman bu yer meselesini ortadan kaldırarak geline sonsuz oynama imkânı sunuyor. “Buyurunuz sahne sizin.” Hay hay… Geveze yazarlar için romanın bu daveti şüphesiz ki çok çekici. Öyküde karşılaşan sınır da böylelikle aşılmış oluyor. Yazma alanı bağlamında öykünün özgürlüğünün kısıtlı olduğunu söyleyebilirim.
Benim Rüyalarım Hep Çıkar’dan birkaç adım geriye gidip Kambur’a değinmek istiyorum. 2021’de Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Ödülü aldı dosyanız. Biz daha çok, öykü yazarlarının bir süre sonra roman yazmasına alışkınız. Siz önce romanla selamladınız okuru, sonra öykü kitabıyla ikinci eserinizi görücüye çıkarmış oldunuz. Roman ve öykü yazmanın verdiği tadı ve zorluklarını paylaşır mısınız?
Önce roman, sonra öykü sıralamasından da anlaşılacağı gibi hesapsız, plansız, kendiliğinden gelişen bir yolculuğun içindeyim. Bir öykü yarışmasında dereceye girmemle başladı her şey. Yayımlanan birkaç öykünün ardından AHT Edebiyat Ödüllerinin yarışma duyurusunu gördüm. Kambur’u yazdım, gönderdim, sonuç açıklandı şaşırdım ve sevindim. Hızlandırılmış bir halde anlatınca ne kadar kolay değil mi? Aslında gerçekte de öyle. “Kolay” doğru bir kelime değil belki ama insan bir işi severek yaptığında aldığı haz her şeyin ötesine geçebiliyor.
Öykü ve roman hacimsel kıyaslama dışında birbirinden uzak türler değil. Biri diğerinin karnında. Romanı şöyle bir aralasak kaç tane öykü eder. Öyküde “Yerim dar,” diyen gelin gibi hissediyorum bazen. Nasıl oynayasım var ama “yerim dar”.
İşte roman bu yer meselesini ortadan kaldırarak geline sonsuz oynama imkânı sunuyor. “Buyurunuz sahne sizin”. Hay hay… Geveze yazarlar için romanın bu daveti şüphesiz ki çok çekici. Öyküde karşılaşan sınır da böylelikle aşılmış oluyor. Yazma alanı bağlamında öykünün özgürlüğünün kısıtlı olduğunu söyleyebilirim. Onun dışında yazarken herhangi bir zorluk yaşamıyorum. Dedim ya, severek yaptığım bir şey. Zorlukları varsa da görmüyorum, anlamıyorum. Yazma anının tadını çıkarmayı seviyorum. Belki bu “tadın” içinde engeller, zorluklar da vardır ama farkında değilim. Her şey sihre dahil.
Aslında 2021 Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Ödülü tek ödülünüz değil. MEB Hasan Ali Yücel Öğretmenler Arası Öykü Yarışması’nda ve Tomris Uyar Öykü Yarışması’nda dereceleriniz var. Ödül almak size nasıl sorumluluk yüklüyor?
Ben yarışmalar sayesinde kabuğunu kırmış, kendine inancı pekişmiş biriyim. O ilk yarışmaya katılmayıp o sonucu görmeseydim bugün hâlâ okuduğu kitaplar arasında aforizmalar karalayan bir okur olarak kalacaktım. Hal böyle olunca yarışmalar öncelikle benim şahsi yarışım oldu. Her yenisinde kendimi aşmak, yapabildiğime iyiden iyiye inanmak için. Yüklediği sorumluluk da buna paralel olarak, daha iyisini yazabilmek şeklinde bir gayrete dönüştü. Yarışmalardan bağımsız bir şekilde düşündüğümüzde de yazan bir kişinin en büyük sorumluluğu budur bence, bir öncekinden daha iyisini yazma.
Benim Rüyalarım Hep Çıkar’ın sayfaları Ethem Baran’dan bir alıntıyla ve yine Ethem Baran’a bir ithafla açılıyor. Birçok öyküde de efsunlu havayı seziyoruz. Sizin deyiminizle “inandığınız mucizeleri” anlatır mısınız bize?
Evet, kitap Ethem Hocamın çok sevdiğim cümlesi ile başlıyor ve cümlenin sahibine de ithaf ediliyor. Bu da bir mucizedir bakın benim için. Ama buna ve diğer tüm güzelliklere sebep olan asıl şey ortaktır. Kelimelerin gücü… her şeyin başladığı yer. Çünkü “Önce söz vardı.” Mucize de sihir de ondadır. Onları kullanarak her şey yapmak mümkün. Bize sundukları sonsuz imkânda onları kesip-biçip-toplayıp-çıkarıp istediğimiz her şeyi dikebiliriz. Kokan, tadılan, duyulan, görülen, dokunulan bir şeydir kelimeler. Sihirli olduklarını bilenlere karşı da pek cömerttirler, eksik olmasınlar 😊 Bana sundukları bu sonsuzluk hissini, baş döndüren hallerini çok seviyorum. Kelimelerin- dilin gücünü, dipsizliğini ve derinliğini düşündükçe her şey mümkünmüş gibi geliyor. Kim bilir, belki de her şey mümkündür…
Belli ki edebiyatınız ya da en azından Benim Rüyalarım Hep Çıkar için Ethem Baran önemli bir yerde duruyor. Bu konuya değinmek ister misiniz?
Ethem Baran kalemiyle, duruşuyla, donanımıyla hayranlık duyduğum bir söz ustasıdır. Yolun “en” başındayken elimden tutup “yaz,” dediği için; beni yönlendirip aydınlattığı için, her seferinde yeniden yeniden bu mucizeye inandırdığı için, beni gördüğü, kabuğumdan sıyırdığı için… iyi ki var. Henüz kimse yokken, o vardı. Hikâye böyle başladı. Bana inandı.
Dosya hazırlamak, dosyayı göndermek, yanıt beklemek, onaylanma umudu/reddedilme korkusu, bir taraftan yazarı olgunlaştıran ya da yoran bir süreç oluveriyor bazen. Dosya ve yayınlanma süreciyle ilgili deneyimlerinizi paylaşır mısınız?
Süreç geniş bir alana yayılıyor. İnsan yazamaya başladığı andan itibaren dosya da oluşuyor aslında. Bende de öyle oldu. Her nasibin vaktine esir olduğu inancıyla anlık bir dürtüyle dosya hazırlamaya giriştim. Mevcut klasörden en sevdiğim öyküleri alt alta ekleyip kelime sayısını görünce yaşadığım şok ile roman değil öykü dosyası olduğunu anımsadım. Meğer ben yazdığım bütün öyküleri seviyormuşum. Biraz zor olsa da çoğu öyküden vazgeçip yayınevlerine gönderdim. Beklerken unutmayı denedim. “Ben hiçbir yere dosya göndermedim, böyle bir şey yaşanmadı…” elbette başaramadım bunu. Heyecan diri tutuyor insanı, bir de güzel haberle taçlanırsa mis. İletişim Yayınlarından canım editörüm Duygu Çayırcıoğlu’nun mailini alınca bir süre ekrana bakıp kaldım. Sonra mutluluktan ağlamak geldi aklıma, çok güzel ağladım Allah için. Maili ezberleyene kadar okudum, “Ne güzelsin yaşamak!” dedim.
Öykülere ve kitaba isim bulmak da çok hassas ve kritik bir aşama. Benim Rüyalarım Hep Çıkar nasıl doğdu?
a) Editörünüzün yönlendirmeleri neler oldu?
b) Bu yönlendirmeler sizi nasıl şekillendirdi?
Dosyanın ilk adı bu değildi. Dosya kabul edildikten sonra kapaktaki ismin beni ve öyküleri yansıtmadığını fark ettik. Dosya bir süre adsız kaldı. O süreç çok sancılıydı. Hiç adı olmayacakmış gibi gerildiğimi hatırlıyorum. Yine bu gerginlik nöbetlerinin birinde sevgili yazar Nuray Elçin ile konuşurken “Sakin ol,” dedi bana. “Halledilir,” dedi. Sahiden de halletti😊 Öykümdeki cümlelerden biri, “Benim Rüyalarım Hep Çıkar”. Almış gelmiş cümlemi, “Bu nasıl?” diyor. Dedim “Harika.” Duygu da bu adı beğenince içimize sinerek dosyanın kapağına yazdık. Baktıkça Nuray’ı hatırlatacak muazzam bir iz, eksik olmasın…
Editörüm dünyanın en tatlı editörleri sıralamasında ilk ona rahat girer 😊 Dosyanın bakirliğine, bütünlüğüne, üslubuna, aktarımına… hiçbir şekilde müdahale etmeden, sonsuz sabrı, tatlı dili ve insana kendini değerli hissettiren motivasyonuyla sürecin başından beri yanımda. Bir yazarın başına gelebilecek en güzel şeyin öncelikle iyi bir editörle çalışmak olduğunu mutlulukla tecrübe etmiş oldum. Sayesinde.
Mevzu buraya gelmişken kitap kapağının hünerli çizerine de değinmemek olmaz. Kapağı ilk gördüğümde öyküleri ve kendimi düşündüm. “Bu kapak çok biz. Ben ve kelimelerim. Ve kapak. Harika…” İşte bu nedenle Seda Mit’in eline, emeğine, düş gücüne sağlık.
Yazma anlamında tıkandığınız durumlarda ya da dönemlerde o çıkmazdan nasıl kurtuluyorsunuz?
Önceden ağlıyordum. Yazma yeteneğimin geri alındığını, bir daha hiç yazamayacağımı, kelimelerin beni terk edip gittiğini düşünüp kahroluyor; nazımı çeken birkaç arkadaşımı arayıp “Yazamıyoruuuum,” diye hunharca acılanıyordum. Şimdi bekliyorum. Birikiyor olmalılar. Kelimeler işte, dolmadan taşmıyor. Çoğalmadan azalmıyor. Nazlı hallerini seviyorum artık. Yazamadığım anları travmaya değil de keyfe dönüştürmeyi başardım. Bu süreçte kitap okuyorum, bana iyi gelen şeyleri yapıyorum ve nadasımın bitmesini bekliyorum. Her hikâye zamanını bekliyor neticede, vakti gelince yazılacak. Yolu sakin yürümeli, beslenmeli, beklemeli, durmalı…
Yazı masasının başına geçmek önemli bir mesele ve düzenli/sürekli yazmak ayrı bir disiplin gerektiriyor. Nasıl başlıyor sizin süreciniz?
Belli bir disiplinle okuyan-yazan insanlara hayranım. Ben de hep böyle oldurma konusunda kararlar alıyorum sonra tam yazma zamanlarımda makine bitiyor, bir sepet çamaşır bekliyor falan. Yapamıyorum. Disiplinli bir halde yazamıyorum. “Kadınız, omzumuz yük yük” kısmına girmeyeceğim. Doğruluğuna rağmen bunu duymaktan rahatsız olanlar için herhangi bir tartışma zemini oluşturmak istemiyorum. Ben bu durumu şikâyet olarak söylemiyorum. O kadar güçlüyüz ki fıtrat olarak her şeyin altından kalkıyoruz, onda sıkıntı yok. Sadece disiplinli, sürekli, düzenli yazma konusunda canımın ve irademin istediğince kullanabileceğim bir yazma alanım/zamanım yok. Bir şekilde hallediyorum. Aklıma geldiği anda yazacak bir şey aranıyorum. Telefon, bilgisayar, kâğıt, kalem. Sonrası geliyor zaten, her fırsatta…
Nasıl bir tempoda yazıyorsunuz? Yazma konusunda tıkandığınız anlarda o çıkmazdan kurtulma yöntemleriniz neler?
Bir önceki soruda söylediklerime ilave, ben ilk cümleden yola çıkarak yazanlardanım. Finale gidene kadar neler olacağını bilmiyorum. Karakter, atmosfer, çatışmalar, kurgu doğaçlama bir şekilde sahneye çıkıyor, birlikte görüyoruz neler olduğunu. Yazarken izlemek çok keyifli. Özgür olmak da…
Tıkandığım anlarda yerimden bir kalıp kahve yapıyorum. Kahvenin açamayacağı tıkanıklık yoktur😊 Biraz müzik, biraz Didem, biraz da cam kenarı. Geçiyor sonra.
Kendinizi yaratıcılık, konu belirleme, anlatım biçimi anlamında nasıl besliyorsunuz?
Bu bağlamda özellikle yaptığım bir şey yok. Çok üzülerek söylüyorum ki film izleyemiyorum. Ekran karşısında sabırla oturup o filmin ya da dizinin sonunu beklerken keyif alamıyorum ve bu bir yerden sonra eziyete dönüşüyor. O nedenle beslenme çantama alacaklarım arasında filmler yok. Kitaplar var, şiirler var. Çok eskiden beri okumadan gün bitirmemeye özen gösteriyorum. Kelimeler, bir şekilde bilinç altıma sızıp sihir yapacakları ana kadar yerlerinde bekliyor.
Bundan başka bir de yaşıyorum. Evet, bildiğimiz yaşamak. Düz. Yaşarken besleniyorum ben. Gördüğüm, duyduğum, yaşadığım, dokunduğum her şey bahsettiğiniz manada farkında olarak ya da olmayarak beni besliyor.
Sosyal medyada Galatasaray’la ilgili postların hemen altında mutlaka sizin beğeninizi görüyorum. Ufak Bir Poster Meselesi de Galatasaray temalı ve bol hatıra içeren bir öykü olmuş. Edebiyattan bağımsız belki ama (belki de değildir) Galatasaray ne ifade ediyor sizin için – bir Galatasaraylı olarak merak da ediyorum (: – ?
Aslında edebiyattan bağımsız değil bu soru. İnsan tutkuları olduğu için yazıyor. Tutkular olmasaydı bunca anlatma ihtiyacı da hissetmezdik, gelir geçer bir şey olurdu yaşamak. Galatasaray benim için tutku. “Çocukluk aşkımsın” diyor ya şarkıda. Aynen öyle işte. Küçük bir kasabada mahalle kültürüyle, takım kavgalarıyla büyüdüm. Öyle saç saça, baş başa kavgalarım da oldu. Biz bu takım için çetin savaşlardan, zorlu yollardan nice ağız dalaşlarından geçtik😊 Galatasaray en havalı arkadaşımdı benim. Arkadaşımdı evet. Ciddi bir meseleydi benim için. Çocuk ben’e o güzel günleri yaşattığı için sadakat veya bir vefa sayalım “Poster Meselesi”ni. Galatasaray’ı tutkuyla seviyorum. İlla yazacaktım.
Bir yanıt yazın