
Barış Bıçakçı’nın son öykü kitabı Doğum Lekesi Gibi Bir Gülümseme’ydi. Öykü kitapları arasında eklektik yapısı ve derinliğiyle epey güçlü bir yerde durmuştu, geçmişte yazdığı öyküleri yer yer aştığı metinlerle karşılaşmıştık. Okurları ondan bir roman bekliyordu ve nihayet geçtiğimiz ay Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin okuyucuyla buluştu. Hatta romandan önce, insanın belleğinde sıcak akşamların tadını bırakan “Yaz Gecesi Gökyüzü” adlı öyküsünün geçmişte çekilmiş kısa filmi MUBİ’de gösterime girdi. Onu sevenler için yakın zamanda iki güzel haber beraber gelmiş oldu.
Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin kısa roman ya da uzun bir öykü. En azından kurgunun iki ana karakteri, Ayşe ile Halis Bey’in, bir öğle vakti çalıştıkları çeviri bürosunda karşılaşmalarıyla başlayan ve oradan akan ana kanal için bu söylenebilir.
“Metnin baş karakterlerinden Halis Bey, hayattan öğrendiklerini bir ‘ansiklopedi’ formatında derlemeyi amaçlıyor ve bu çalışmasını bir tür kişisel tecrübeler ansiklopedisi gibi kurguluyor. Bu sıradışı fikir üzerinden ilerleyen hikâye, okura insanlardan, yaşantılardan ve duygusal süreçlerden oluşan bir gözlem sunuyor.”
Metin yukarıdaki gibi tanıtılmış. Kitapta ana kanalla paralel devam eden diğer akışsa yazar Ayşe’nin başkarakter Halis Bey’in kişisel ansiklopedisini bir yaşam bilgileri andacına dönüştürdüğü bölüm. Bu kısım Barış Bıçakçı’nın bir önceki romanı Tarihi Kırıntılar’da şiir için yarattığı, kendine alan açtığı bölümlerle benzer bir özellik taşıyor. Bıçakçı’nın kendi kişisel hayat deneyimlerini ya da üzerine kafa yorduğu kimi düşüncelerini, bir köşe yazısı havasından sıyırıp kurguyu bu yöne çekerek metne yedirmesine tanıklık ediyoruz. Kitabın bu ikinci akan kanalının metnin kendisine ne kadar hizmet edebildiği ise tartışmalı. “Ansiklopedi” çerçevesi altında parça parça anlatılan öyküler birbirleriyle güçlü bağlantılara sahip değil. Belki bazı okuyucular bunu normal bulabilir Halis Bey’in kafasının içi böyle gibi düşünebilirler fakat örneğin, art arda “boş vakit,” “edebiyat,” “kaza,” “fark,” “düğün” üzerine düşünceler okunduğunda bir romanı bir arada tutan bağlantılar bu metinlerde ne yazık ki bulunmuyor. Okuyucu sanki bir gazete köşe yazarının günlük fikirleri arasında geziniyor.
Metin biçim olarak, bir olay örgüsü yerine dağınık gözlemlerle kısa hikâyelerin birbirine eklemlenmesi şeklinde ilerliyor. Ve evet, okur, bu ansiklopedik gözlemler üzerine düşünüyor ve zaman zaman bu gözlemler ana karakter Halis Bey’i tanıma fırsatları da sunuyor ya da metni yazan Ayşe’yi kavramaya dair çeşitli olanaklarla okuyucuyu buluşturuyor. Okurlarda aşinalık ve naiflik hissi yaratan, başarılı gözlemler içeren, gündelik hayatın sıradan anlarını incelikle ele alan bir dil okuyucuyu mutlu ediyor fakat Barış Bıçakçı’nın önceki romanlarındaki okuyanda metne bağlanma arzusu yaratan o özel atmosfer bu romanda yok. Metnin ilerleyiş biçiminin derinleşememesi, zaman zaman yavaş ve tekrara düşen kısımlar romanın yapısını durgunlaştırıyor.
Elbette ki, Bıçakçı’nın dilinin lirik yapısı, hayatın küçük detaylarını başarıyla yansıtması, içten ve sade üslubuyla okura dokunması ve dilin kendi dünyasının incelikle işlenmesi gibi ona has özellikler bu kitapta da mevcut. Zaten doyurucu bir olay örgüsü olmamasını biraz da olsa telafi eden özellikler bunlar.
Bu yeni roman Barış Bıçakçı’nın sadık okuyucularını mutlu edecek gibi görünüyor fakat ondan başka bir şey bekleyenleriyse örneğin bir Sinek Isırıklarının Müellifi gücü arayanları, çokça tatmin etmeyebilir. Onu okumaya yeni başlayacak okurlar, roman kronolojisinde sondan başa doğru ilerlerse, gittikçe açılan, büyüyen bir kurgu yapısı görebilir. Bu anlamda sondan başlayacakları “hüzünlü anlar ansiklopedisi” yolculuğu keyifli bir okuma serüvenine denk düşebilir ve sonrasında daha güçlü metinlerle karşılaşabilirler.
Bir araya özenle ve adeta bir melodiyle gelmiş cümlelerin lezzeti değişmese de Bıçakçı edebiyatında kurmacanın önemli noktalarından biri olan işlevsellik, her yeni romanında olay örgüsünden anlatıya doğru biraz daha fazla kayıyor.
Dünyaya Yeni Gelen Okurlar İçin ise farklı bir soluk getirmese de okuyucu kitlesinde farklı fikirlere yol açtı. Beğenenler, büyük bir beğeni kredisiyle, hayal kırıklığına uğrayanlarsa içten bir kırgınlıkla düşüncelerini dile getirdi. Ortak noktalarıysa, keşke tüm bu düşüncelerin karşılığını yazarından dinleyebilsek, fikriydi. Ama bu konuda Bıçakçı sessiz kalarak en doğrusunu yapıyor. Thomas Pynchon’ın dediği gibi kurmaca metin kendini anlatamıyorsa yazar konuşarak onu makyajlamaktan öteye gidemez.
ESER KURU
Bir yanıt yazın