
Yıldız, yüz yirmi üç, kare.
Bakiyeniz sorgulanıyor…
İsteğinizi gerçekleştiremiyoruz, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.
Yıldız, bir iki üç, kare, okey.
Bakiyeniz sorgulanıyor…
Tam o sırada beklediği oluyor Necati’nin; yirmi üç yıllık ömrüne ilk defa sığdırabildiği, bu heyecanla büyük harflerle SEVGİLİMMM diye bir sürü sahiplik ekiyle üç gün önce rehberine kaydettiği, kasabanın en güzeli değilse de en vasatı da olmayan on sekizlik yavuklusu Jale sonunda arıyor. Yabancısı olduğu duygularla tanışma arzusu duyuyor Necati; hemen açıyor telefonu. Jale’nin çatallı sesiyle alakası olmayan bir abla konuşuyor:
“Değerli müşterimiz bu bir geri ödemeli çağrıdır. Arama ücreti kendi bakiyenizden düşürülecektir. Aramayı kabul ediyorsanız bire, kabul etmiyorsanız ikiye, bu ses kaydını tekrar dinlemek istiyorsanız…”
Tabii bunun olacağını biliyor Necati; ısrarla yıldız, yüz yirmi üç, kare yapıp kalan kontörünü öğrenmek istemesi boşuna değil. Üç gün evvelki akraba düğününde canına tak edip halasının kızıyla Jale’ye haber yolluyor, olur aldığındaysa davulun etrafında çılgınlar gibi dönen damattan daha fazla mutlu oluyor. Ancak Jale, “Sakın Necati beni aramasın, evde bir tek cep telefonu var, babam da annem de abim de açabilir. Müsait bir zamanda ben onu ararım fakat bir sorunumuz daha var; eğer içindeki kontörün azaldığını görürlerse soruşturma başlar. Bu yüzden geri ödemeli arayacağım, beklesin,” diye çöpçatan kuzeniyle Necati’yi sıkı sıkıya tembihliyor.
Necati, bant kaydındaki ablanın güzel sesini yeniden duymak için değil ama girdiği çıkmazdan nasıl falso vermeden sıyrılabileceğini beş on saniye daha hesaplamak için üçe basıp mesajı sonuna kadar bir kez daha dinliyor. Kaçarı olmadığını anlayıp biri tuşluyor.
Jale, Necati’nin teklifini ilkinde kabul etmesinin hıncını çıkarıyormuşçasına konuşmayı ağırdan alıyor, merhabası bile on saniye sürüyor, iki saniyede bir kontör akıyor. Hâliyle Necati’yi iki telaş birden sarıyor. Yıllardır hayalini kurduğu güzelin, billur sesiyle sarhoş olup ilk aşkının tadını mı çıkarsın; az sonra yarım kalacak muhabbetle daha ilk konuşmada fiyakasının çizileceğine mi yansın?
Bu yüzden Jale’nin ağırlığına inat sohbetin gazına Allah ne verdiyse basıyor. “Sana sevgilim diyebilir miyim Jale, tabiî ki diyebilirim, öylesin zaten değil mi? Böyle telefondan olmuyor sevgilim, buluşmalıyız bir yerlerde, güzel yüzünü görmeliyim. Aynalardan daha gerçekçi, daha pürüzsüz gözlerinde izlemeliyim aksimi. (Külli yalan, akıp giden kontörü düşünüyor, diye burada içinizden geçirebilirsiniz ama değil, Necati sırıl sıklam âşık Jale’ye.) Yolumuzu çizmeliyiz. En fazla bir yıl nişanlı kalmalı, sonra evlenmeliyiz. En az iki çocuğumuz olmalı, biri erkek biri kız. Kızımız senin kadar güzel olursa yandık, çok kıskanırım. Oğlumuz benim kadar yakışıklı olursa ziyanı yok, gelinimiz de güzel olur demektir…”
Dııd dııd dııd…
Necati kaptırıp gittiği, belki Jale’yi de şoka uğrattığı bu aptal konuşmanın son cümlelerinin boşa gittiğini onuncu dııd’tan sonra fark edip telaşa kapılıyor. Kontör mü bitti; yoksa Jale Necati’nin yarım akıllı olduğunu ele veren sözlerinden ürküp telefonu yüzüne mi kapattı, bilemiyor.
Yıldız, yüz yirmi üç, kare.
Bakiyeniz sorgulanıyor…
Kalan bakiye: 0
Necati ikinci seçeneğin başına gelmiş olmasına hem seviniyor hem üzülüyor. Bin bir duygu ayrı yerlerden hücum ediyor bedenine. Bir titremedir alıyor elini, ayağını. Jale ararken kimse duymasın diye girdiği ahırda bütün hayvanlar dalga geçercesine Necati’ye bakıyor. Elini tüm ceplerinde gezdirip dağılmış bozuklukları toparlıyor, hepsi yedi lira seksen kuruş. En düşük kontör kartı on lira. Hiç beklemeden ahırdan çıkıp merdivenlere yürüyor. Anası balkonda taze yeşil fasulye ayıklıyor. Tam o sıra ekranda SEVGİLİMMM yazısıyla ona özel atadığı melodi, Sezen’in “geri dön”ü acıyla ötmeye başlıyor.
“Ahh be sevgilim, tünele girmedik ya, kontörüm bitti işte,” diye içinden söyleniyor Necati. Mutfak masasında, dikiş makinesinin gözlerinde, televizyonun üzerine örtülü dantelin altında, tarlaya giden babasının şalvar ceplerinin derinliklerinde bir umut iki lira yirmi kuruş arıyor ama kahretsin, yok, yok! Kan ter içinde balkona varıp kirli çıkı anasının dizinin dibine oturuyor. Bir fasulyeyi eline alıp bıyıklarını temizliyor, ikiye ayırıp kuşkananın içine atıyor. Anası yazmasının altından Necati’nin garip tavırlarını izliyor ama eğlenceli geldiği için ses etmiyor. Birkaç fasulyeyi daha çıtlatıp bıyıklarını yavaşça soyup atıyor Necati ama içi içine sığmıyor. En sonunda bol a’lı bir anaaaa çekiyor. Sağ yanağındaki gamzesi beliriyor anacığının. “Söyle oğlum,” diyerek kayıtsız görünüyor ama Necati’nin dokuz ay içinde yüzdüğü suyun, iki sene deliksiz içtiği sütün sahibi o, bir şeyler olduğunu sezinliyor. Öyle değilmiş gibi yapıp oğlunun çözülmesini gözlüyor.
“Bana birazcık para lazım,” deyiveriyor aceleyle. “İki lira yirmi kuruş işimi görür.”
Jale’nin aldığı kadar muhabbeti ağırdan alıyor anacığı da. Necati, içten içe “Beni bu güzel kadınlar mahvetti,” diye sokranıyor. En sonunda ağzını açıp “İsabetli bir miktarmış,” diyor anacığı ama tam olarak ne yapacağını söylemesi gerektiğini de belirterek hamlelerine başlıyor. Necati o suyla süt kadar ciğerlerini de biliyor anasının, bir şey sezdiyse öğrenmesi iki gününü almaz almasına da şimdilik olsun da istemiyor.
“Kontörü bitti telefonumun, on liradan eksiğim de iki lira yirmi kuruş,” diye cevap veriyor, bıyığını çekip çıtt diye kırdığı taze fasulyeyi kuşkanaya atarken.
“Bu meret kasabaya geleli henüz iki aycık bile olmadı a benim saftirik oğlum; kiminle, neler konuşuyorsun da kontörün bitiyor senin?” diye hiç oralı değilmişçesine bir soru yöneltip Necati’nin telaşına içten içe gülüyor anacığı. Bu hâli ona gençliğini hatırlatıyor, oğlunun ilk defa böyle garip hâllerine şahit olmak hoşuna gidiyor.
Necati şeyy’li ıııı’lı cümleleri ardı ardına sıralıyor ama gülünç duruma düştüğünü, anasının her şeyi anlayıp kendisiyle dalga geçeceğini, böyle devam ederse az sonra bu hâliyle eğlenmeye bile başlayacağını görünce teslim oluyor.
“Bir kız var işte,” deyip utanır gibi kafasını önüne eğiyor. Anacığı ikişer üçer bıyıklarını aldığı fasulyeleri çıtlatıp kuşkanaya atarken yanı başında oturan oğlunu da bir omuz darbesiyle “Adı neymiş bu şanslı yosmanın, de hele Necati?” diye sarsıyor.
“Eğer iki lira yirmi kuruş vermezsen bunu hiç öğrenemeyeceksin ana. Meteliksiz Necati’nin silahı var ama içi boş diye köyün kızlarının ağzında kenger sakızına dönecek oğlun. Sonra evde kalıp başına dert olacağım,” diye acemîce, bir anaya minnet sayılacak lafları tehditmişçesine ortaya atıyor.
“Ahh Necati,” diye uzunca bir seremoniye başlıyor anacığı. “Sen benim tek evladımsın, insan doğana uygun düşeceğini bilsem bunun olması için dua bile ederdim. Evde kalasın Necati, başıma dert olasın Necati, kızlar sakız yerine seni çiğneye Necati ama posanı anacığına bırakalar Necati, kontörsüz kalasın Necati, anasının biricik kuzusu Necati, bana bunlarla gelesin Necati, diye beddua eder; duası kabul olmazsa, bedduası tutmazsa diye de cinci hocalara gider, muska bile yazdırırdım ama elim kolum bağlı Necati. Sen bir erkeksin, sağlıklı ve yakışıklısın. Bir güzel seveceksin, evleneceksin, senin yerine seveceğim torunlar vereceksin bana.”
Anacığının konuşmasıyla şekilden şekle giriyor Necati; ancak son cümleleriyle rahatlayıp gülümsüyor. O gülümseyince anacığı mutlu oluyor. Sarılıp bir güzel öpüp kokluyor oğlunu, saçlarını okşayıp tırasını bozuyor. “Allah insan evladı çıkarsın karşına,” diye kulağına fısıldayıp “Gel benle,” diyor. Necati ne ara uyuştuğunun farkına varmadığı ayaklarındaki karıncalanmaların sızısıyla kalkıp yatak odasına kadar anacığını takip ediyor. Üst üste yığılmış ağır yün döşeklerin başına geçip kolunu üçüncü sıradaki döşeğin derinliklerine daldırıyor anacığı. Beze sarılı bir tomarı çekip açıyor. “Bakma öyle sivri sivri, dünyanın bin bir türlü hâli var. Biri de oğlunun kontöre sıkışmasıymış işte,” diye gülümseyerek iki onluk uzatıyor Necati’ye. “Birine kontör, birine de hediye al müstakbel gelinime, cebindeki yedi seksenlik de sende kalsın; anacığının olmadığı yerde sıkışırsan diye.”
Necati dumura uğramış dangalak gibi iki onluğa bir müddet bakakalıyor. Balkonda çalmaya başlayan telefonun “geri dön” melodisiyle kendine gelip paraları anacığının elinden alıyor. Sıkıca sarılıp, “En iyi arkadaşımsın,” diye fısıldıyor. İki yanağından öpüp telefonu kaptığı gibi sokağa fırlıyor.
Kasabanın merkezinde kontör satan birkaç yer var. Jale, ardı ardına ödemeli attığına göre hâlâ müsait demektir. Hızlı adımlarla vardığı ilk dükkânda kontör kartının bittiğini, bugün cuma olduğu için de yeni kartların en erken pazartesi geleceğini duyup spazm geçiriyor. Umarım krize dönüşmez diyerek ikinci dükkâna yöneliyor hemen. Kendinden önceki müşterinin kontör kartı aldığını görüp rahatlıyor. Sıra kendine geldiğinde esnaf abi son kontör kartını az önceki müşteriye verdiğini üzülerek söylüyor. Necati böyle şansın içine tükürür ama dükkân kirlenmesin diye dışarı çıkıyor. Aklına bir fikir hücum ediyor oracıkta. Umarım onun da aciliyeti yokturdur diye az önce kontör alan adamın ardından hızla seyirtiyor. İnşallah tanıdık biridir, diye omzuna dokunduğunda usulca geriye dönen adamın Jale’nin babası olduğunu fark edip sendeliyor. Her insanın ışık hızıyla kabul hakkının bulunduğu bir duası olur hayatta; Necati o şansı çok yanlış zamanda kullandığını anlıyor. Allah’ın gücüne gitmesin diye sövmekten vaz geçiyor.
“Sen miydin Necati, söyle oğlum, ne istiyorsun?” diye babacan bir tavırla bakıveriyor müstakbel kayın pederi.
Necati ardı ardına yaşadığı spazmların neden kalp krizine dönüşüp kendini şuracıkta yere sermediğine içten içe hayıflanıyor. “Merhaba Mehmet amca? Şeyy, ıııı, aslında kontör almaya gelmiştim dükkâna ama galiba en son kartı sen almışsın. Şeyy, ıııı, eğer sana acil lazım değilse onu senden satın alabilir miyim, diye soracaktım,” diyebiliyor en sonunda.
Necati’nin bu salak hâlleri hoşuna gidiyor müstakbel kayın pederinin. “Ne o len Necati, yoksa kız meselesi mi? Bana da lazım ama ancak sen gençsin; konuştuğum bir güzel var Mehmet amca, onun için dilencilik yapıyorum, dersen kabul ederim. Başka sebepler içinse mümkünâtı yok veremem,” deyip Necati’nin omzuna sertçe vuruyor.
Anası bir, kayın pederi iki; gün içinde bir falso daha verirse imamın sonraki salâyı Necati için okuyacağına şüphe yok. Ne halt etse bilemiyor. Yıldırım hızıyla onlarca şey, sekerât hâlindeymişçesine gelip geçiyor zihninden. Evet dese, düğürcü gittiklerinde kayın pederinin, “Ulen Necati, benden ödünç aldığın kontörle kızımı mı aradın? Yok sana kız mız!” diye kükrediği hâller gözünün önüne geliyor. Hayır dese ömrü boyunca bulduğu ilk sevgilinin üçüncü gününde kuş olup uçacağından korkuyor.
“Şeyy, evet Mehmet amca, onun gibi bir şey,” diyebiliyor utançla.
“Tamam tamam, utanmana hacet yok Necati. Biz de bir zamanlar gençtik oğlum. Misal ben pınar başlarında az beklemedim Fadime yengeni; suya gelsin de güğümünü elinden alıp doldurayım diye. Eee, büyüklerimiz izin vermeseydi, hangi yürekle elin kızına yanaşabilirdik oğlum? Sen al bakalım şu kontörü, paran da cebinde kalsın, harçlık edersin, ne bileyim bir hediye filan alırsın sevdiğine. Sevenleri kavuşturmak sevaptır oğlum; nihayetinde benim de sevaba ihtiyacım var Necati. Al şunu al al, benden de selâm söyle sevdiğine, Mehmet amcamız olmasa üç gün hasret kalacaktık birbirimize, de! Hadi selametle koçum.”
Necati kasabanın çarşısında, ana yolun orta yerinde, elinde kontör kartı, cebinde yirmi yedi lira seksen kuruş, dakikada yüz yirmi vuran nabzı ile müstakbel kayın pederinin ardından bakakalıyor. Bir Rus motorunun egzozunu patlatırcasına yaklaştığını fark edip şoklu bedenini zoraki yolun kenarına atabiliyor. “Bugün şanslı günündesin, küfür yok sana eşş’oğlu,” diye sepet tekeri yere değmeden uzaklaşan motorun ardından sesleniyor.
Eve doğru yol alırken cebinden çıkardığı bir bozuklukla kartı kazıyıp gerekli tuşlamaları yapıyor. Telefon kontörle dolarken Jale’nin on beş dakikadır aramadığını fark edip yeni bir telaşı sallayıp sırtına alıyor. Gün boyunca bekliyor Jale’yi; birkaç defa “karlı kayın ormanında” melodisi ötüyor telefonunda ama o “geri dön” çalsın istiyor. Akşam Karaçay’da maça davet ediyor bir arkadaşı. Onu reddedince ısrar için bir başka arkadaşı daha arıyor ama bu kafayla değil top çevirmek, kılını bile kıpırdatacak takati kendinde bulamaz Necati. Jale, her an arayabilir diye tuvalete bile telefonla giriyor. Cumartesi de pazar da “geri dön”müyor Jale.
Pazartesi gecesinde bir rüya görüyor Necati. Kocaman bir telefonun karşısında duruyor. Yıldız, yüz yirmi üç, kareyi tuşluyor. Büyük harflerle AŞKINIZ SORGULANIYOR… yazıyor ekranda, üç nokta gidip gidip geliyor. Bakiyeniz: 💔 yazısını görür görmez telaşlanıp dışarı fırlıyor. Soluk soluğa varıp Jalelerin kapısına dayanıyor. Müstakbel kayın pederi kapıyı açıp gömleğinin döş cebinden çıkardığı bir kartı Necati’ye uzatıyor. Necati bir bozuklukla elleri titreyerek kazıyor kartı. Kazındıkça kartın üstünde Jale’nin vesikalık fotoğrafı beliriyor. Az önce babasının durduğu eşikte şimdi tüm endamıyla sevgilisi Jale duruyor. Uyandığında Necati’nin son hatırladığı şey Jale’nin göz kırpışı oluyor.
Çöpçatanlığını yapan halasının kızı uğruyor öğleye doğru. “Bugün yeniden arayacakmış Jale, haberin olsun day’oğlu,” diyerek adeta rüyasının sahih olduğunu haber veriyor. Necati, yüreği aşkla, telefonu kontörle dolu; dı dı dın, dı dı dınn diye Jale arayana dek oradan oraya dolanıyor evin içinde.
Bir yanıt yazın