Zavallı Yalnız Bilgisayar – Senem Balaban

Güneş, bulutların ardına yarı yarıya saklanınca gökyüzü olduğu gibi derenin üzerine düştü. Görüntü silinene kadar büyülenmişçesine izlediler. Kedi çörekleri bir süre önce çimleri tezgâh bellemiş, yerlerini almışlardı, bizimkilerin “Pisi pisi”lerine en iyi ihtimalle kulaklarını titreterek cevap veriyorlardı, haricen kıpırtısız sayılırlardı. “Bisikletim çizildiyse o Esma’yı fena yapıcam!” dedi Turhan. Tombul yanakları al aldı. Berkcan, “Sen kim oluyorsun da benim canım kardeşimi fena yapıyorsun,” demeyi göze alamadı, “Tamam, annem dövdü Esma’yı,” dedi. İnandırıcı değildi. Zaten onu dinleyen de yoktu.

Neden sonra bulutları tamamen terk etse de oyunu bırakmaya niyeti olmayan güneş, tek bir yaprağı dahi kalmamış ağacın dallarıyla kaldırımı çizik çizik etti, Turhan çiziklere şöyle bir dalıp çıktı ve konuya döndü. “Ben anlamam oğlum. Dua etsin, abim görmedi bindiğini.” Turhan’ın cebinden bir paket Camel çıkarıp her zamanki çabuk, kararlı, yetişkince tavırlarıyla sigara yakacak bir hâli vardı. Onun bu heybeti karşısında Berkcan’ın ikna çabası, bedeni kadar zayıf kaldı: “Bir şey olmamıştır.”

Derenin diğer tarafında üç köpek neredeyse üst üste yığılmış uyuyor, Turhan’la Berkcan’dan iki üç yaş büyük birkaç çocuk bol küfürlü bir futbol maçı yapıyordu. Biri topa abanınca küfürler tek noktaya yoğunlaştı. Odaktaki çocuk, onca sövgüden kaçarcasına topun peşinden gitti. Top kaçtı, çocuk kovaladı. Çocuk kaçtı, yapraklar kovaladı. Kuru yapraklar rüzgârın dolduruşuna gelmiş hem çocuğu kovalar hem de birbiriyle yarışırken yemlenen güvercinleri havalandırdı, havalanan güvercinler dalda gardiyan vaziyeti almış karga tarafından uyarıldı: “Gaak, gak.” Berkcan, üzerlerinden geçen güvercinleri ağzı açık takip etti. Turhan henüz sigaraya başlamadığı için huzursuzluğunu tıkınarak dağıtmak istedi, Berkcan’a döndü: “Kaç paran var?”

“Yirmi.”

“Bende de on var. Cips alalım mı?”

Berkcan öteki mevzunun kapanmasından duyduğu memnuniyetle, “Cips mi çekirdek mi?” diyerek yeni mevzuyu uzatmaya yeltendi.

“Cips daha güzel.”

“Ama hemen bitiyo.”

“Bitsin.”

“İyi tamam.”

Turhan’ın gözü top oynayanlara kaydı. “Top mu alsak?” diye sordu cips fikrini hiç ortaya atmamış gibi. Çocuklara dik dik bakarken, “Bir seneye görür onlar. ‘Bizimle oyna’ diye yalvaracaklar,” diye devam etti. Berkcan’ın “Para yetmez ki topa” dediğini işitti, cevap vermedi. Nemli çimlerden kalkıp markete doğru yürümeye koyuldular.

Berkcan bir kez daha Turhan’ın duyuş alanına girmeye çalıştı: “Abinle antrenmanınıza ben de geleyim mi bu hafta?”

“Biz çok ilerledik, sen uyamazsın bize.”

“Futbolun ne uyması olacak ki oğlum?”

“Teknik çalışıyoruz biz. Sen çalıştın mı hiç teknik?”

“Bir kere çalışmıştım.”

***

“Onu değil lan, şunu al.”

“Bu daha ucuz. Annem iki günlük verdi parayı.”

“Bunu alırsak Esma’yı affederim.”

Turhan böylesi kozları kullanmayı iyi becerirdi. Berkcan, daha “Affederim” Turhan’ın ağzından tam çıkamadan coşkuyla “Tamam!” demek istedi; lakin içinde bir ses Kardeşini bu kadar sevdiğini bilmese iyi olur diye fısıldadı. Kayda değer bir iradeyle sese uyup sevincini yuttu.

Turhan rakibini çoktan avucunun içine aldığını bilerek sordu: “Kabul mü, değil mi?” Berkcan içinden kulağına fısıldayan diğer sesin Bunu sorduğuna göre zaten biliyor dediğini fark ettiyse de elinden başka şey gelmeyeceğinden çocukluğuna geri döndü, karşısındaki kurnaz gözlere kaçamak bir bakış atıp “Kabul” dedi.

 

Esasında Turhan, Berkcan’ın onca kaygısına yazık edecek kadar umursamazdı konuşulanlara, daha soruyu sorarken ilgisini kaybetmişti. Bambaşka dertlerin çalkaladığı, Berkcan’ın aklına gelmeyecek bahislerin döndüğü kendi dünyasından yeni bir çekişme vesilesi bulup çıkardı:

“Bundan kaç paket yiyebilirsin?”

“Üç yerim.”

“Oha çok az! Ben beş yerim!”

“Yiyemezsin, ölürsün.”

“Yedim ki.”

“Ne zaman?”

“Geçen sene.”

Cipsi kasiyere verdiler.

“26 TL alayım.”

Paraları uzattılar. Berkcan, para üstünü Turhan almaya kalkacak diye endişelendi, kadın kasayı açar açmaz elini uzattı ve o vaziyette bir liraların tek tek çıkarılışını bekledi. Bozukluklar sağ salim cebine girince soruşturmasına döndü:

“Geçen sene ne zaman beş paket cips yedin?”

“Doğum günümde.”

Hem cipsi açmanın heyecanı hem de Berkcan’ın yetiştirecek başka laf bulamaması sonucu konu dağıldı. Turhan derhal başka bir yarış uydurdu: “Oğlum, n’apalım biliyor musun? Ceplerimize dolduralım cipsleri, önce kim bitirirse diğerininkileri de yesin.” Bir yandan da pakete elini sokup sokup cipsleri ağzına tıkıyordu.

“Olur. Eşit mi bölüştürücez?”

“Heralde.”

“Geçen sene senin doğum gününde ben de vardım.”

“Ee?”

“Beş paket cips yemedin.”

“Akşam yedim. Büyüklerle kutlarken.”

“Kızmadılar mı?”

“Yoo. Evet, üç deyince başlıcaz. Üç!”

Berkcan, Turhan’ın şu son yarışma fikrini ne kadar aptalca ve onursuzca bulduğunu söylemedi. Korkusundan söyleyemezdi, hem zaten kelime dağarcığı da yetmezdi. Böyle söyleyemeye söyleyemeye, korka çekine habire içine attıklarını, bir şekilde dışarı çıkarma gereği hasıl olduğundan yazar olup çıkması mümkündü büyüyünce. Annesi de bunun hayalini kuruyordu. Berkcan’ın içine attıklarını değil, “yapıtlarını” bildiğinden.

Halbuki kendini ortaya koyamayacak biri hâline gelmesi de mümkündü. Kelimelerle yakınlığı dolayısıyla sevgililerine, arkadaşlarına, sosyal medyadaki yabancılara laf sokmaktan öteye gidemeyen birine dönüşebilirdi pekâlâ. Annesinin aklının ucundan geçmiyordu öyle bir ihtimal. Canı oğlu, içli oğlu yazmayı öğrendi öğreneli şiir bile karalıyordu kendi kendine, büyük adam olmamasına imkân yoktu. Henüz yedi yaşındayken şöyle dizeleri kim yazabilirdi ki?

Zavallı, yalnız bilgisayar

Neden masada tek kalmış?

Günlerdir hiç soranı yok

Derdi mi var, birini mi özlemiş?

Berkcan çok acıktığı için hemen bitirdi cipslerini ama bu anlamsız oyununun saçma kuralları ne olursa olsun, arsızca Turhan’ınkilere sarkacak değildi. Ayrıca biliyordu ki Turhan zeki çocuktu; dandik yarışmasını Berkcan’ın cipsleri daha önce bitireceğine ihtimal vermediğinden uydurmuştu. Gelgelelim, çoğunlukla yaptığı gibi aptala yattı. “Bitti! Ver bakalım” deyince Turhan, sakince ve içten içe gururlanarak “Ben de bitirdim ki,” dedi.

“Hadi lan! Ceplerine bakıcam.”

“Al, bak.”

Turhan hiç çekinmeksizin cepleri yokladı, Berkcan’ın doğru söylediğini anlayınca belli belirsiz bir şaşkınlıkla, “Neden istemedin?” diye sordu.

“Bilmem, canım istemedi.”

Turhan, Berkcan’ın umduğunun aksine, hiç mahcup olmadı, hemen yeni konuya geçti. “Can’ı çağıralım mı? Top var onda” derken çoktan Canların evine doğru yürümeye başlamıştı. Peşi sıra koştu Berkcan ve hatırlattı: “Kursu var ya?”

“Belki yoktur.”

Berkcan sırf can sıkıntısından bir soru attı ortaya:

“Can mı daha iyi arkadaşın, ben mi?”

“Can kuzenim.”

“Kuzenin diye arkadaşın değil mi?”

“Arkadaşım.”

Berkcan çoğu zaman Turhan’ın cevaplarına anlam veremezdi. Çünkü Turhan anlamlı konuşmaya çalışmazdı. Berkcan bundan haberdar olmadığı için takılmış plak misali tekrar sordu:

“Can mı daha iyi arkadaşın, ben mi?”

“Can kuzenim. Caaaaaaaaan! Sen de bağır. Bir ki üç!”

“Caaaaaaaan!”

“Bir ki üç!”

“Caaaaaa-”

“Mahalleyi inlettiniz! N’oldu, napcaksınız Can’ı?”

“Tijen Hala, Can dışarı gelebilir mi?”

“Gelemez, derste şimdi, hocası var. Hadi çocum, sonra bulur sizi o.” Pencere kapandı, Turhan’ın Tijen Halası perdenin ardında gözden kayboldu. Çocuklar sıkıntılarıyla kalakaldı.

“Dedim sana kursu var diye.”

“Kursu değil özel dersi varmış.”

“Tamam işte.”

“Biter birazdan belki.”

Berkcan somurtarak, “Susadım” dedi. Aç, susuz, yorgun, sıkkın ve yıpranmış hissediyordu da tüm bunları bir “susadım”a sığdırmaya çalışıyordu.

Turhan bu yeniliğe dört elle sarıldı. “Tijen Halamdan isteyelim!”

“Tiiijeeeen Haalaaa! Bir… Kii… Üç!”

“Tiijee-”

“Noluyo ayol?”

“Suuu!”

“Sucu başı Tijen! Bekleyin sarkıtayım aşağı.” Tekrar kayboluş ve salınan tül perde…

“Kaç bardak su içebilirsin?”

“Beş bardak içerim.”

“Ben sekiz bardak içmiştim.”

“Atma.”

“Evet, içtim.”

“Alın bakalım. Hepsini içemezseniz kavanozları sepete kapaklarını kapatmadan koymayın, oldu mu oğlum?”

“Tamaam!”

“Annen pazara gitti mi?”

“Gitti.”

“Ayten Halan da var mıydı yanında?”

“Bilmiyorum.” Tuzak soru… Annesi pazara ya da komşuya Tijen Halasıyla değil, Ayten Halasıyla mı gitti? Turhan işin doğrusunu söylerse, önünde sonunda hem annesinden hem Ayten’den azar işitirdi. Tijen’in de yüzü düşerdi. Yüzü düşen Tijen bir bahane bulur, su vermez, hızını alamazsa sudan sebeplerle terslerdi Turhan’ı. Heyheyleri hepten üzerindeyse Can’ı sokağa yollamazdı.

“İyi hadi, sepeti koyun kenara işiniz bitince, ben sonra çekerim.”

Yırtmıştı Turhan. “Tamaam!”

Sularını öyle içtiler ki çöl aşıp gelmişlerdi sanki. Kavanozlar boşaldı. Berkcan biraz daha istemeyi düşündü ama ses çıkarmadı, aklını oyalarsa unuturdu. Öylelikle sokuverdi burnunu: “Neden yalan söyledin? Beraber gittiler ya pazara annenler…”

Turhan hızla “Sana ne”yi yapıştırıp aynı hızla çark etti. Berkcan’ın ispiyonculuk yapacağına pek ihtimal vermiyordu, korkusu daha ziyade aptal aptal ağzından kaçırmasıydı. Fısıldayarak açıklamaya girişti:

“Annem kızmasın diye öyle söyledim. ‘Ayten’le pazara gittiğimi söyleme Tijen Halana’ demişti.”

Berkcan masumane bir ifadeyle sordu:

“Annen niye yalan söylüyor ki?”

Yalanın neden söylendiğini kestiremeyecek kadar masum muydu? Hayır. Öte yandan Turhan’ı karşısına alıp açıklama yaptırmak hoşuna gitmişti. Küçük sorgu yargıcının saf yüz ifadesine kanmayan, aldığı keyfi hisseden açıkgöz Turhan, Berkcan’ın kolunu kavrayıp büküverdi. “Oğlum bak, sakın ağzından kaçırma ha!”

Berkcan imkân yok, o kıskaçtan kendi kuvvetiyle kurtulamazdı. “Tamam lan, tamam!” diye bağırdı. İkili birbirinden ayrılırken üzerlerine yukarıdan su döküldü. Kafalarını kaldırdıkları an aşağı bir bardak su daha yağdı. “Bok kafalar napıyonuz?” Can’ın dersi bitmiş miydi yoksa? Sevinçle ayağa fırladılar.

“Bok kafalar” sanki bir iltifatmış gibi gözleri parlayarak bakıyordu Can’a orantısız ikili. Turhan atıldı: “Dersin bitti mi?”

“Yok, öğretmen tuvalete gitti.”

“Can! Kalkma yerinden demedin mi ben sana! Gir çabuk içeri! Çabuk çabuk çabuk! Sanki kendimiz için ders aldırıyoruz!” Çok hiddetlenmiş, çok bağırmıştı Tijen Hala.

“Ya anne ya!” Perde, Can’ın serzenişlerini örttüyse de küskünlüğünü bıraktı ki dışarı kaçsın, aşağıdaki çocukların üstüne yağsın.

Berkcan çok üzüldü, Turhan saniyelik bir zihin kıvraklığıyla sıyırdı kendini, pek bir şey hissetmedi, böyle şeylere epey alışkındı.

“Tijen Hala ne zaman bitcek ders?”

“Daha var oğlum. Hani içtiniz mi suyunuzu?”

“İçtik!”

Araya azar girince ümitler yeniden buhar olmuş, Turhan’la Berkcan’ın omuzları çökmüştü. Her gün her gün çektikleri bu can sıkıntısı katlanılır şey değildi. Okullar artık açılsaydı da bitseydi artık şu işkence. Okul da az işkence değildi gerçi ama en azından bir sürü çocukla birlikte çekiliyordu.

“Berkcan annenler nasıl yavrum?”

“İyi.”

“Selam söyle, oldu mu?”

“Tamam.”

Pencere kapandı. Evladına bağırıp çağıran bir büyüğün iki saniye sonra nezaketle kendine yönelmesi Berkcan’ı hep afallatırdı; işte yine salaklaşmış, olduğu yerde donmuştu. Bir şeyler eksik kalmış gibi hissediyordu. Birden babasını özledi, gözleri dolmasın diye epey uğraşıp gözyaşlarını içine akıtmayı başardı, şükür. Şaşılacak şeydi, sanki aniden yetim olup çıkmıştı. Yetim değildi oysa. Daha iki gün önce görmüştü babasını. İki-üç haftada bir görüştükleri bu düzene çoktan alıştığını sanırdı, ne de olsa yedi yaşındaydı adam evden gittiğinde, aradan iki koca yıl geçmişti.

Turhan o sırada her şeyden habersiz sıradaki hedefi ilan etti:

“Hadi yokuştan aşağı koşalım! Ebe!”

“Ebelemece oynamıyoruz ki!”

“Oynuyoruz!”

“Oynamıyoruz!”

“Oynuyoruuuz!”

“Oynuyoruuzz!” diye şaşırtmacalı cevap verirken Berkcan’ın kara bulutları dağılmaya başladı, içinden Turhan’ın kayıtsızlığına şükreder gibi oldu, kovalamacaya katıldı.

SENEM BALABAN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Nisan Erdem, Everest Yayınları tarafından yayımlanan “Rüyanın Oltasında” adlı kitabının ardından Yavuz Yavuzer ile söyleşti.

Bağlantı profilde.

@1yavuzyavuzer
@nisan.e
@everestyayinlari
...

Ekibimizin üyelerinden Selnur Güneş, “Yıldızçiyi” isimli yeni öyküsüyle Yazı Işleri’nde.

Bağlantı profilde.

@selnurgunes
...

İlayda Özcan, “İlgili Edebiyatla” isimli yeni öyküsüyle Yazı Işleri’nde.

Bağlantı profilde.

@ilaydaa.ozcn
...

Senem Balaban, “Zavallı Yalnız Bilgisayar” isimli yeni öyküsüyle Yazı-İşleri’nde.

Bağlantı profilde.

@sen_emba_laban
...

Atakan Boran’ın yeni öyküsü “Eski Güzel Günler” Yazı İşleri’nde.

Bağlantı profilde. 📌

@atakanboran1
...

Tuğrul Karataş, “Kanlı Batak” isimli öyküsüyle Yazı-Işleri’nde.

Bağlantı profilde.

@tugrulkaratas
...

Gamze Güller, Everest Yayınları’ndan yayımlanan Zürafanın Bildiği kitabının ardından Yavuz Yavuzer ile söyleşti.

Bağlantı profilde.

@gamzegullergg @1yavuzyavuzer @everestyayinlari
...

Uğur Demircan “Masal” isimli yeni öyküsüyle Yazı Işleri’nde.

Bağlantı profilde.

Fotoğraf: Aydın Akburak
...

Sudenaz Kahraman, “Kül” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@sudenazzkahraman
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin son öyküsü “Bakkalın Oğlu” Sümeyye Batur’un kaleminden Yazı İşleri’nde.

@spslslsmy

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin üçüncü öyküsü “Mavi Güneş” Enes Yazan’ın kaleminden Yazı İşleri’nde.

@enesyazan_

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin ikinci öyküsü “Süt” Azra Ertek’in kaleminden Yazı İşleri’nde.

@azrertk

Bağlantı profilde.
...

Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak Atölyesi’nin ilk öyküsü “Radyo” Arman Yazan’ın kaleminden Yazı İşleri’nde.

@armanyazan_

Bağlantı profilde.
...

“Merhaba, ben Füruzan…”

Murat Uğurlu’nun kaleminden, üç uzun yaz ikindisinde yolunun kesiştiği Füruzan’a veda mektubu “Benim Füruzanlarım” Yazı İşleri’nde.

“İnsan olmak böyle bir şey midir acaba? Beşikten mezara upuzun, harcıâlem, manasız bir huzursuzluk…”

Bağlantı profilde.

@murat.vesaire
...

Van’da genç yazarlara, “Fikirden Kurmacaya Bir Öykü Yaratmak” isimli bir atölye veren Serpil Canalan bu yolculuğunu “Bir Çizgili Defter Meselesi” yazısıyla kaleme aldı.

Bağlantı profilde.

@serpilcnln
...

Mehmet Can Şaşmaz, “Ceza” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@mehmetcansasmaz
...

Ahmet Erkam Saraç, “Sakın Efsane Söyleme” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@aerkamsarac

Bağlantı profilde.
...

Oğuz Dinç, “Herkesin Derdi Kendine” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@oguzdinc_official

Bağlantı profilde.
...

Dilara Ulu, “İzafi Mesele” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

@dileabag

Bağlantı profilde.
...

Mehmet Can Şaşmaz, “Ödül” isimli öyküsüyle Yazı İşleri’nde!

Bağlantı profilde.

@mehmetcansasmaz
...

Yazı İşleri


Künye

Yayın Yönetmeni

Murat Çelik


Yayın Kurulu

Duygu Değirmenci

Elif Yeşilkaya

Eris İnal

Fırat Yılmaz

Gülcan Ayral

Hatice Tosun

Müge Oskay

Salihcan Sezer

Tolga Esat Özkurt

Yavuz Yavuzer

İletişim

[email protected]

Press ESC to close