“Çünkü ritim sadece metronomun tik taklarının birbirini izlemesi değil,
bizi oluşturan sürekliliğin dil organizasyonudur.”
Henri Meschonnic, Critique du rythme, 2011
Çoğu zaman yazarken hayatın bir temsilinden bahsederiz. Edebi gerçekliğin amacı budur, gerçek ya da gerçeküstü bir hayata okuyucuyu inandırmak. Yazar için iyi bir metin ortaya çıkarmanın temelinde bu yatar, okuyucunun duygu ya da zihinsel durumunda yaratılmış olan inançlı bir değişiklik. Kurmacanın eleştiri yazısından farkı, yazarın bir yaşam ürpertisini okuyucunun kulağına fısıldamasıdır.
Ses, ritim üzerine düşünüldüğünde yararlı bir bileşendir. Kitap tanıtımlarında bunu sıklıkla duyarız. “Yeni bir ses”, “Yazarın iyi bir hayal gücü ve kendine özgü sesi” ya da “Yazar henüz sesini bu kitabında da bulamadı…” gibi. Bu farklı ve çoğu zaman abartılı kullanımlar ses teriminin geçerli bir eleştirel kavram olarak bulanıklaşmasına yol açabilir. Genellikle ses kelimesi bu tarz eleştirilerde bir ruhu ya da güncel ve yaratıcı bir üslupla yazılış biçimini ifade etmek için kullanılır. Ama kimi yazma atölyelerinde ve bazı akademik metinlerde ses kelimesi yazarın tarzıyla ve anlatı kişisini kullanma yöntemiyle anılır. (Söz dizimi, noktalama işaretlerini kullanma şekli, tonlama, diksiyon, aksan.) Ancak ritim ve ses arasındaki bu özdeşime olan güven belli nedenlerle sorunludur.
Pek çok eleştirmen ve yazar, sesin de bir metafor olduğunu unutur. Sesin bir kurgusal karakterin ya da anlatıcının gırtlağından çıkmadığı gerçeği karşısında bunun bir benzetme olduğunu yok saydığımızda, ses bağlantı gücünü yitirir. Öte yandan sese olan takıntı anlatıcının sesinin yazarın sesi olarak putlaştırılmasına yol açabilir. Her yazarın bulması gereken bir sesi yoktur. Karakterlerin ve anlatıcıların seslerinin tutarlılığı roman ve öykülerin de seslerinin olduğu yanılsamasına yol açabilir. Oysa onların farklı biçim ve içerikleri vardır. Yani yazarlar kendi seslerini bulmaya teşvik edildiklerinde bu onları tekdüze bir üslup aramaya da itebilir. Bu tür tavsiyelerin monotonluğu teşvik etme ihtimalini göz ardı etmemek gerek. Yazınına saygı duyulan nice yazar çokseslilikle veya birbirine benzemeyen eserlerle anılır. Bir başka durumsa ses kavramına yüklenen aşırı anlam edebi kurgunun sözcesiz özelliklerini göz ardı eder. (Boşluklar arasındaki hız, noktalama işaretlerinin dalgalı bir okumaya yol açması gibi.) Özellikle ses metaforu kelimelerin ötesine geçen metinleri dışlayabilir.
Bir başka konuysa sesin okuyucu zihninde okuma eylemi esnasında fark edilip edilmediği gerçeğidir. Derrida, “Beyaz Mitoloji” metninde, metaforun bir şeyi gözümüzün önüne koyma, resim yapma, canlı bir etki yaratma erdemine sahip olma özelliklerinin yeterli olmadığına vurgu yapar. Metafor ancak okurken sönümlendiğinde ya da illüzyon olduğu unutulduğunda metnin içinde sıkı bir yer kazanır. Tıpkı aşağıdaki alıntıda “incelen” sözcüğünün yerini aldığı “derinleşen” anlamını en az kendisi kadar karşıladığı örnekteki gibi.
“… anlama, ancak zamanla olanaklı duruma gelir, daha sonra incelen anlamlarla baş edebilmek için zorlardınız kendinizi.”
Altı Ay Bir Güz, Bilge Karasu
Bazı şanslı ya da başarılı anlarında yazarlar zihnin zengin karmaşıklığını yakalayan anlamlar yaratmayı başarırlar. Her şeyi dile getirmemelerine ya da ifade etmemelerine rağmen yine de bilinçle olduğu kadar bilinç dışıyla da etkileşime giren kavramlar yakalarlar. Bu tür anlamların zihnimizde yankılandığını hisseder ve onlar aracılığıyla deneyimlediğimiz şeylerin okuduklarımızdan çok daha fazla yer kapladığı izlenimine kapılırız. Bu bazen anlamın yoğunluğunu pekiştirmek için girişilen yankılanan bir ritim dizini olarak da karşımıza çıkabilir.
“… çünkü bilirsiniz ki onsuzluk, sizin de en azından bir parça ölümünüzdür. Düpedüz. Evet, ölenlerin ardından yaşandığını, ölenle ölünmediğini herkes bir gün öğrenir. Ama eksilerek, azalarak, sakatlanarak, bir yeri koparak yaşandığını…”
Ne Kitapsız Ne Kedisiz, Bilge Karasu
Yukarıdaki alıntıda ses dizilimini ve yitirilen kaybı genişleyen kavramlarla tekrarı aşan bir yineleme ve yenilikle tarifleyen bir anlatıcı mevcut. Okuyucu zihninde yaptığı yankılanım kurmacada bir varlık olarak ritim metaforunun güzel bir örneği olsa gerek. Ritmi doğru kullandığımızda karakterin ya da anlatıcının ardındaki deneyimin ağırlığını, taşıdıkları duyguyu daha iyi hissederiz. Bu ritmik his, edebiyat eserinin belli parçalarının zihnimize kazınmasına yol açar. Her okuyucuda vardır bu, cebimize attığımız cümleler, aklımızdan çıkaramadığımız bir satır ya da ilk okuduğumuzda heyecan uyandıran kelime zincirleri. Örneğin bu incelemenin yazarı için Barış Bıçakçı’nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz romanındaki şu güçlü başlangıç ritmi gibi:
“Her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi? Anılarımızı avuç dolusu su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir?”
Ritim dediğimizde, sadece ölçüyü, retoriği değil, ortaya çıkan titreşimi ve sanki bir enstrüman dinliyormuşçasına zihinde bıraktığı ahenkli etkileşimi de kastederiz. İşte bu tarz bir yazma ritüeli, izdüşümü uzun bir etkiyle okuyucuda yer eder, istemsizce ve farkında olmadan bizi bir sonraki bölüme, satıra, paragrafa taşır, tıpkı büyük bir müzik eserinde bir sonraki notaya zihnimizin akması gibi.
Öte yandan ritim kavramının içinde tekrarın bir yeri olduğu yadsınamasa da kavramın yalnızca küçük bir kısmıdır. Yukarıda Bilge Karasu alıntısında bahsedildiği gibi, tekrarı aşan ona bir şeyler katarak ilerleyen yineleme, ritim hissini çok daha fazla kuvvetlendirir. Örneğin birçok Rap parçası ya da ölçülü şiirdeki ritim bir kurmacadan ya da bir senfoniden çok daha fazla tekrar modeline sahiptir. Ancak dinlenilen ya da okunulan zamanda kalır, etkisi uzun sürmeyebilir. Ritim algısının, müzik söz konusu olduğunda dinleme süreci veya kurmaca söz konusu olduğunda okuma eyleminin bütünselliği ile ilgili olduğu anlaşılmalıdır. İster müzikte olsun ister edebiyatta, ritim notalardan da, sözcüklerden de daha kavrayıcıdır.
Christopher Hasty, Meter As Rhythm metninde ritmin özelliklerini aşağıdaki gibi tanımlıyor.
“Ritmin nitelikleri arasında akışın sürekliliği, artikülasyon, düzenlilik, orantı, tekrar, desen, çekici form veya şekil, ifade edici jest, animasyon ve hareket yer alabilir. Gerçekten de ritmik ve müzikal olanın bağlantısı o kadar sıkıdır ki, müziği belki de en özlü şekilde sesin ritmik hale getirilmesi (dolayısıyla konuşmanın veya metnin ‘müzikalitesi’) olarak tanımlayabiliriz… Müzik teorisi bize oldukça net bir ritim anlayışı sunar. Böylece kısıtlanmış ritim, ölçüyle, süresel kalıpla ya da süresel orantıyla tanımlanır… Ancak deneyimlenen müzik hiçbir zaman sayısal niceliğin bir ifadesi değildir.” (1995: 3)
Gerçekten de bir sanat eserinde ritim tanımdaki gibi birçok öğeyi barındırır. Nicelikle ölçümü mümkün olmayan ama nitelikteki her bir alt unsurun harmonisiyle oluşan bir hareket yapısını.
Her ne kadar tanım bir müzik eseri üzerinden yapılsa da edebiyatta da, kelimelerin, metaforların, cümlelerin harmonik bir düzende akışı ritmin bileşenleridir. Kurmacada ritim çokça hızla karıştırılır. Oysa hız pratiklik kadar acelecilik de barındırabilir. Dalgalı, inişleri çıkışları olan, cümlelerin gücünün bir sonraki cümleye taşındığı ve virgüllerle eklendiği, yüklemin noktanın yakınında olduğu ve satırın sonuna ulaşana kadar noktadan emin olamadığımız uzun bir cümle, çoğu zaman okuyucunun dikkatini askıya alır diye düşünülür, ama bu doğru değildir. Tam da aksine kısa cümlelerle yazmak ritmik bir yazmak olarak tanımlanamaz. Ritim biçimsel bir kavram değildir. Güçlü bir müzik hissi yaratan, hareketi, cümlenin kendi zamanının içinde bir enerjiyle okura aktarandır. Tıpkı aşağıdaki uzun ama her bir sözcüğün bir sonraki sözcüğe ritimle ulandığı alıntıdaki gibi.
“Oysa ta başından beri herkes karnının içinde korkunun kıprandığını duymuş, herkes ölümcül bir hastalığın kaçınılmaz sonucunu bekler gibi, her sabah uyanıp kendini yoklayan, bugün de belki öyle geçecek; çok acı çekmeyeceğim belki, belki bugünü de çıkaracağım, diyen, gece uykuya dalmadan önce sabahı bir daha görebileceği umudunu gönlünden atamayan hastalar gibi belirsiz bir geleceğin belirsiz bir yerinde yitilip gidileceği kaygısı içinde, değil yalnız kendini, ya da eşini dostunu, evindeki hayvanını bile onulmaz bir derde tutulmuş gibi görmeye alışmıştı.”
Gece, Bilge Karasu
Bilge Karasu’nun umutsuzluğa dair çizdiği bu uzun ama ritmik cümle, her bir sözcüğüyle zihinsel dürtüleri harekete geçirip adeta cümleyi okuyucunun kendi belleğine aktarıyor. İşte bu aktarım, ritmin akışkanlığıyla gelen dilin gücüyle okuyucu arasında bir köprü oluşturuyor.
Son olarak belirtmek gerekir ki, yaratıcı ve eleştirel metinlerde seçilen metaforlar kurguya ilham verir. Bir metafor olarak ritim de en çok buna hizmet eder. Anlatıcının ardındaki ağırlığı azalttığı gibi, bir kelimenin birden çok işlevi ima edebildiği gerçeğinin katalizörü olur. Kurmacaya yetkinlik ve işlevsellik katar. Yukarıda da belirtildiği üzere içinde sesin de olduğu ama sesi aşan bu ritmik yapı, kurmacanın varlığını parlatır. Ve en iyi ritmik metin, sesli olmayla duyulmama arasında gidip gelir ki metafor sözcüğünün etimolojisinde ima edilen köprü işlevi görme de budur.
Not: Yazının ilk kısmı, 15 Mart 2021 Tarihinde Litera Edebiyat platformunda yayımlanmıştır. https://www.literaedebiyat.com/post/ses-konustugumuzda-ne-konusuruz-kurmacada-yaratici-ritim
Bir yanıt yazın