
İçerideki, Ekim 2024’te okura merhaba dedi. Dosyanızın kitaplaşma sürecini ve o süreçte deneyimlediklerinizi bizimle paylaşabilir misiniz?
Birkaç sene önce bir seyahatte kitabın kapak fotoğrafını çekmemle başladı aslında her şey. Tabii ki o zaman İçerideki öyküleri henüz yoktu ve fotoğrafın ileride kitaplarımdan birinin kapağını süsleyeceğini bilmiyordum. Fotoğraf diğer binlercesi gibi bilgisayarımda beklemeye başladı. Zaman geçtikçe öyküler şekillendi. Onlar üzerinde oynarken hikayelerin birbiriyle “kayıp” teması ekseninde birleştiğini fark ettim ve rotamı oraya çevirdim. Kayıplarımızı çukur, kovuk, kuyu, siyah bir perde, kara bir kapı gibi metaforlarla anlatma yolunu seçtim. İçerideki öyküsüyle uğraşırken aklıma seneler önce çektiğim o fotoğraf geldi. Ona tekrar baktığımda hem öyküyü hem de kitabı çok iyi anlattığını gördüm. Kapak da böylece belirlenmiş oldu.
İlk kitapların yayımlanma süreci zordur ama sanırım sonraki kitapların sorumluluğu da bir başka oluyor. İçerideki için hazırlanırken, diğer öykü kitaplarınızdan farklı olarak değişim yaşadığınızı düşündüğünüz ya da bilinçli olarak farklılaştığınız alanlar neler oldu?
Diğer kitaplarıma nazaran daha örtük ve karanlık bir dosya İçerideki. Her kitabımda tarzım da değişiyor aslında. Bundan da memnunum. Yeni şeyler denemek hoşuma gidiyor, beni motive ediyor. Bir önceki öykü kitabım Çatlaklar da tekinsiz bir çizgideydi ama mizahi öğeler o tekinsizliği, karanlık havayı biraz olsun dağıtıyordu. İçerideki öyküleri karanlık tarafta kalmayı seçtiler.
Öykü ve romanlarınızın yanı sıra çocuklar için de yazıyorsunuz. Çocuk kitapları yazmak, yazı sürecinizi nasıl etkiliyor?
Çocuk kitapları yazmaya başlamadan önce Ozanın Şarkısı (2007), Tılsım-ı Kudret (2010), İşeyen Atmaca (2013) ve Ayyaş Buda (2016) adında üç roman ve bir öykü kitabı yazmıştım. İlk ikisi fantastik, üç ve dördüncüsü ise kara mizah / yeraltı edebiyatı tarzındaydı. Çocuk kitapları okumayı çok sevdiğim için çocuklara yazmayı denedim aslında. Fener Balığının Kayıp Işığı (2017) tamamen kendimi deneme kitabımdı. Kitabı bitirip Doğan Çocuk’a yolladım ve çok güzel bir geri dönüş aldım. Sonra hayatım birden değişti. Art arda çocuk kitapları yazdım. Her birini yazarken ayrı keyif aldım. Didaktik anlatımdan uzak durmaya çalışarak, çocuklara bir şey öğretme kaygısı gütmeden yazmaya devam ettim. Çocuk kitapları yazmak beni mutlu ediyor. Çizgi filmleri, animasyonları, animeleri; çocuklar için yapılan sanat eserlerini takip ettiğim için kendimi orada var etmek, çocuklarla metinler yoluyla iletişime geçmek, onların dünyasına ortak olmak bana güç veriyor.
Öykü ve roman yazmanın farklı dinamiklere sahip olduğunu biliyoruz. Her ikisinin de sahip olduğu farklı sınırlar var. Siz bu sınırlar içerisinde hangi türde kendinizi daha rahat hissediyorsunuz?
İkisine de yakınım aslında. Biri diğerinden daha ön planda değil benim için. Son zamanlarda öykü fikirleri üzerine düşünmek, yazma pratikleri yapmak hoşuma gittiği için son ikisi öykü kitabı oldu. Şimdi bir novella üzerinde çalışıyorum.
Kitaptaki öykülere dönecek olursak… Kitabın ilk öyküsü “Gece Güneş,” içinde bazı zıtlıkları barındırıyor. Anneannesinin ihtiyarlığıyla Gece’nin gençliği, belirgin bir şekilde gündüz ve gecenin birbirine olan karşıtlığı… Aynı zamanda o iş görüşmesi gerçekleşecek mi merakı öyküyü dinç tutuyor. Adnan’la olan bahşiş verme sahneleri öykünün ironik ve eğlenceli anlarını oluşturuyor. Bunlarla birlikte mekanların tüm detaylarıyla anlatılması da dikkat çekici: Banyo perdesi olması gereken yerde duvardan duvara uzanan paslı demir bir boru var sadece. Lavabonun gerisindeki aynanın üzerinde nokta nokta lekeler. Önceki misafirin artıkları belki de. Bu gibi detaylar okuru öykünün içine çeken incelikler. Hem Adnan’la olan sahneleri hem de bir yerin detaylarıyla anlatılması kısımlarına nasıl çalıştınız?
Tekinsizliği veren de tam olarak o zıtlıklar aslında. Basın-Yayın mezunuyum. Bitirme tezim belgesel fotoğraf projesiydi. Sonrasında da uzun seneler fotoğrafçılık yaptım. Metinleri birer fotoğraf karesi gibi düşlüyorum. Onlara bakınca ayrıntıları daha net hayal edebiliyorum. Sonra kendimi o karenin içine koyuyorum. O zaman detaylanıyor her şey. Yazdığım metinlerle oynamak da hoşuma gidiyor. Tekrar tekrar üzerinden geçtikçe detaylar artıyor ve gerçek kuvvetleniyor.
“Hokus Pokus!” adlı öykünüzde tıpkı “Gece Güneş”te olduğu gibi banyo ve koku iki baskın sözcük olarak karşımıza çıkıyor. Karakterleriniz için banyo kaçışı, koku hatırlayışı mı simgeliyor? Şimdi dışarıdan bir göz olarak baktığınızda banyo ve koku karakterlerinizi nasıl etkilemiş?
“Hokus Pokus,” karakterin geçmişle olan hesaplaşmasını anlatıyor. Baba evi artık bir cenaze evi. Buradaki “kayıp” babası gibi görünse de karakterin çocukluğu aslında. Örtük bir şekilde karakterin çocukluk odasında yaşadıklarına ve ailesinden uzaklaşmasına şahit oluyoruz. Babasının cesedi üzerindeki, yeğenine ait siyah sihirbaz pelerini ise o kaybı simgeleyen bir çukur gibi duruyor orada. Kokular birer zaman makinesi gibi. Nejat evin birçok yerinde aldığı kokuyla geçmişe dönüp çocukluğunu tekrar tekrar sorguluyor. Banyo ise ana rahmine geri dönüş, güvenli alana çekilişi simgeliyor.
Aynı öyküdeki karakteriniz Nejat, ailesiyle karşı karşıya geldiği durumlarda diyemiyorum, yapmıyorum diye biten cümleler kuruyor. Hatta bazen alternatif bir gerçeklik hayal ediyor. Nejat belki de aklından, içinden geçenleri söyleyebilse zaten çok kuvvetli olmayan aile bağları iyice zayıflayacak ve kopacak. Karakterlerinizi oluştururken aile ve/veya toplum karşısında nasıl bireyler olması gerektiğine karar veriyor musunuz yoksa öykülerinizin gidişatı karakterlerinizin profillerini de etkiliyor, belirliyor mu?
Daha çok öykülerin gidişatı buna karar veriyor ama ben “öteki”lerle uğraşıyorum genelde. Akışa uyum sağlayamamış, yalnız, tökezleyen, kalp çarpıntıları olan, farklı bir yerden bakan ya da bakmaya zorlananlarla. Bahçedeki ayrıkotlarıyla benim derdim.
“Kovuk,” kitabın en uzun ve cereyan eden olayların farklı karakterlerin gözüyle anlatılması bakımından en farklı öyküsü. Bu farklı bakış açılarının ve tercih ettiğiniz anlatımın öyküye etkileri sizce neler oldu?
Kovuk, İçerideki’nin en eski öyküsü, bu yüzden hem üslubuyla hem de hikâyesiyle diğerlerinden biraz farklı. Bu öyküdeki “kayıp” temasını beş farklı karakterin gözünden, kendilerine has bakış açılarıyla anlatma yolunu seçtim. Tek bir doğru olmadığını, yaşamın herkesin gördüğü yerde ilerlediğini, gerçeğin bakan kişinin göz kapaklarının ardında olduğunu anlatmaya çalıştım.
Kovuk’tan önceki iki öykünüz Çukur ve Kuyu, farklı ama bir bakıma birbiriyle çok da uzak olmayan meseleleri anlatıyor. Sırasıyla üç öykü düşünüldüğünde, küvetteki saç öbeğini de hatırladığımızda karakterleriniz yaşamanın baskısı karşısında çareyi kovukta, çukurda, kuyuda arıyor denebilir mi?
Öykülerin her birinde bir “çukur” metaforu gizli aslında. “Gece Güneş”te bunu leş kokan siyah otel odası perdesinde, “Her Çukur Kendi Rotasını Belirler”de bizzat çukurda, “Kuyu”da evlerin arasına gizlenmiş o yalnız kuyuda, “Kovuk”ta yaşlı bir ağacın kovuğunda, “Yıkım Ekibi”nde karakterin karanlık ve parlak dersinde, İçerdeki’nde siyaha boyalı kapıda görüyoruz. Çukur metaforu tüm hikayeleri birbirine bağlayan bir imge ve evet çareyi de az çok buralarda arıyor karakterlerimiz.
Kitap dışında, yazma sürecinize değinecek olursak… Yazı masasının başına geçmek önemli bir mesele. Nasıl başlıyor sizin süreciniz ve kendinizi yazma konusunda nasıl disipline ediyorsunuz? Tıkandığınız, yazamadığınız zamanlarda nasıl kurtuluyorsunuz bu çıkmazdan?
Disiplinli yazanlardanım. Her gün yazmaya çalışıyorum. Zaten hem çocuklara hem de yetişkinlere yazdığım ve çocuklara seri hikâyeler tasarladığım için mutlaka yazacak bir şeylerim oluyor. Yazmak istemediğim günlerde de oturuyorum bilgisayarın başına. Bir süre sonra istekli bir yazma sürecine evriliyor bu. Benim mesleğim yazarlık çünkü. Yazmadığım zamanlarda da yeni hikâyeler üzerine çalışıyorum.
Aklınıza yer eden ve yakanızdan düşmeyen birden fazla öykü fikriyle ya da genel olarak öykü fikirleriyle nasıl baş ediyorsunuz? Yazmakta olduğunuz bir öyküden nasıl kurtuluyorsunuz, nasıl final yapıyorsunuz?
Sık sık not alıyorum. Not defterim öykü fikirleriyle dolu. Fikirlerden öne çıkanlar üzerine eğiliyorum. Akış beni tatmin ediyorsa, başı sonu oturmuşsa başlıyorum yazmaya. Yazarken mutlaka değişiyor, kendi kimliklerini kazanıyorlar. Bittiğinde beni tatmin ediyorsa, diğer yazdıklarımla kıyasladığımda içime siniyorsa tekrar tekrar çalışıyorum üzerinde. Finali yaptıktan sonra fikirlerine güvendiğim dostlarıma okutuyorum. Onların yorumları çok değerli benim için.
Bir yanıt yazın