Erkan Karaaslan’ın ilk öykü kitabı Kaplumbağalar Ölmesin Sel Yayıncılık aracılığıyla Haziran 2022’de okuyucuyla buluştu. Can alıcı, güncel ya da güncelliğini yitirmemiş, insana, topluma dair konuların akıcı ve sade bir dille anlatıldığı farklı zaman ve olaylara ait öyküler, yazarın zihninde, gönlünde iyice demlenmiş, özgün bir tat ve olay örgüsüyle sunulmuş. Birbirinden güzel on iki öyküyü içeren kitaba buradan birkaç öyküyle kapı aralamaya çalıştık.
Bu öykülerden ilki olan “Görülmüştür”, yanarak ölen bir yakının teşhisinden alıyor adını. Öykünün kahramanı, kırklı yaşlarının yılgınlığıyla, gözü kara sevgiliyle başkaldırı ve direnişi paylaştığı gençliği arasında gidip gelen bir kadın. Acılarını, gece, uykularını çaldığı için ilaçlarla; gündüz, kötülükleri kazırcasına temizlikle unutmaya çalışmakta. Tutuklanan ve ölüm orucunda olan gençlerin birçoğu gibi kadının sevgilisi de devlet tarafından başlatılan “Hayata Dönüş Operasyonu”nda çıkan yangında can veriyor. Kömürleşmiş bedenini gencin annesiyle birlikte teşhis etmek zorunda kalıyor. Yetkililerin istenirse DNA testi yapılabileceğinin söylemesi karşısında hareketsizce duran annenin “Gerek yok, ne fark eder, hepsi bizim çocuğumuz,” diyerek kömürleşmiş parçalardan birini siyah bir poşette alıp çıkması, okuyucuya derinden sarsacak bir bitiş sahnesi sunuyor.
Devamında bir çocuk kahramanın dilinden “Bitmeyen Yaz” öyküsü anlatılıyor. Ailesinin geçim sıkıntısı sebebiyle değerli birçok şey satılırken, elden çıkarılması tabu olan bağlama, televizyonda konu komşunun seyrederken ağlaştığı alevler içinde kalan kocaman bir bina, korkudan üstü bez ile örtülmüş gözü sürmeli eli kılıçlı adamın saklanan resmi ve öğretilen türkülerle, sıkıntıların yaşandığı sosyal bir olgunun altı çiziliyor. Bahsedilen olguya bir mekândan, “Madımak Oteli”nden ışık tutuluyor. Yazar, tarihe geçmiş bu önemli olayı, acıyı yaşayanlar gözünden, hafızalara güneş ışığı gibi gerçek ve nakış gibi ince bir şekilde kazıyor.
“Dağ Başı Suskunluğu”, bahsettiğimiz ilk iki öykü gibi siyasi bir konuya başka bir hayat içinden değiniyor. Bu öyküde birkaç küçükbaş hayvanla geçimini çobanlık yaparak sağlayan, oğlu ve kızı dağa gitmiş acılı bir anneyi tanıyoruz. Herkesin bildiği ancak açıkça konuşmaktan çekindiği, tarafların kendi penceresinden yorumladığı diken üstü bir gerçeklik, bu anne üzerinden sunuluyor. Yaşlı, dil bilmez, yol bilmez, dağlara çıkmış çocuklarının hasreti korkusunun önüne geçmiş, her şeyden önce anne olan Rinde’nin hikâyesini okuyoruz. Bir yanda korkudan insanlık onurunu unutmuş, askerle Rinde arasında tercümanlık yapan Kör İsa ve askerler, diğer yanda çocuklarından iyi bir haber alma karşılığı yiyecek vermek zorunda kaldığı dağdan gelenler. İki ucu ateşli bir hat arasında tek derdi evlatları olan bir anne. Özellikle kullanılan diyaloglar ve Rinde’nin dramı olayın insani boyutundan değerlendirilmesini sağlaması açısından çok etkileyici bir öykü.
Kitabın adını konusundan aldığı “Kaplumbağa Çobanı” öyküsü ise “Bitmeyen Yaz”daki çocuk kahramanın yaşadığı ayrı bir hikâye olarak karşımıza çıkıyor. Mahallenin servis şoförü Aziz Amca yakalandığı hastalık günden güne kötüleşirken, kahramanımız çocuktan, para karşılığı, besleyeceğine inandırdığı kaplumbağalardan her gün bir tane getirmesini istiyor. Çocuk, Aziz Amca ölene kadar her gün, bazen tehlikeleri de göze alarak, arayıp bulduğu kaplumbağaları getiriyor. Hem hasta birinin isteğini yerine getirmek, hem hayalindeki saati ve bisikleti almak için para biriktirmek için fırsat olarak görüyor bu işi. Ta ki, bir gün top oynarken atıştığı arkadaşından “kaplumbağa çobanı” lafını işitip, topladığı kaplumbağaların iyileşmek için kesilip kanının içildiğini öğrenene kadar. Allak bullak oluyor ve işin aslını gidip Aziz Amca’nın karısından öğreniyor. Bulmaya çalıştığı neden sorusuna, kendisine kaplumbağa veren Durmuş Ali’den, “İyinin daha iyi için feda edilebileceği” cevabını alıyor. Çocuk kazandığı parayla saat ya da bisiklet almaktan vazgeçip duvarlara yazılar yazan abilere boya alarak, tüm duvarlara “Kaplumbağalar Ölmesin” yazmalarını istemeye karar veriyor. Öykü finali okura, feda edilenin kaplumbağalarla birlikte çocuğun hayallerinin de olduğunu hissettiriyor.
Kitabın genelinde kadın, çocuk, genç, yaşlı birçok farklı kahraman toplumdaki rollerinin sorunlarını hikâyeleri ile aktarıyor. Çoğunlukla öykülerde kahraman anlatıcı, birkaç da tanrısal anlatıcı tercih edilmiş ve her ikisinde de başarılı işler çıkmış ortaya. Ülkenin nasır tutmuş siyasal ve sosyal yaraları direkt isimleri verilmeden ama bir tablo gibi somutlaştırılarak yazıyla ifade edilmiş. Yazar; solcu, Alevi, Kürt, kadın şiddeti, mesleki sorunlar, yaşlılık, yalnızlık, komplekslerin açtığı yaralar, ağır yükleri olan örselenmiş çocuklar gibi geniş bir konu yelpazesini, hayatın çeşitli veçheleriyle sağlam ve edebi ifadelerle anlatmış.
Tüm sanat dallarında olduğu gibi yazıda da değişik üslup arayışları ve uygulamaları artarken, her güzel şeyin illa çok farklı olması gerekmediğini, acıların, üzüntülerin, sıkıntıların, sevinçlerin yani insani duyguların aynıyken, bunu aktarmanın da bilindik anlatım yöntemleriyle pekâlâ yapılabileceğini Erkan Karaaslan’ın öykülerinde görebilirsiniz. Bunu, o tanıdık üslubu kullanarak gösteren öyküleri, okuyucuyu hikâyenin içine çekip ister istemez tüm bu meseleleri kahramanlar gözünden yeniden düşünmeye, değerlendirmeye götürüyor. Özgün hikâyelerinin tadını okuyucunun damağında bırakan yazarın yeni öykülerinin de merakla bekleneceğini bugünden rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bir yanıt yazın