Japon bir adam, tamamlanmamış Gaudi katedralinin lavabosunda kırmızı, büyük bir domates yıkıyor. Bunu hakkıyla yapmaya kararlı. Kendini ifade etmesinin başlıca yolu görevlerini tamamlamak ve bu onu mutlu ediyor. Oldukça ciddi görünüyor ve en iyi dileklerim onunla.
Katedral, sessiz alana açılan sakin bir bölüme sahip. Burası, insanların umutlarını ve düşüncelerini Tanrı’ya aktardığı yer. İnsanlar gülümsüyor, Tanrı’nın burada olduğuna ve dahası herkesi görmekten memnun olduğuna dair mutlak bir inanç var.
Hediyelik eşya dükkanına uzanan sıra yirmi otuz kişi kadar. Kırk dakika sırada bekledikten sonra bir Gaudi kalemiyle Gaudi silgisi alıyorum. Öteki insanlar da benzer ürünler satın alıyorlar:
Gaudi kalemliği—
Gaudi fotoğraf çerçevesi—
Gaudi bilyeleri—
Herkes farklı bir dilde konuşuyor:
Almanca, İtalyanca, İngilizce, Japonca, belki Flemenkçe.
Çoğunluk eşler halinde burada bulunuyor, birlikte geziyorlar, birbirlerinin alanındalar:
Mutlulukla, hoşnutlukla.
Biri, yirmili yaşlarına yaklaşmakta olan bir genç, büyük ve pahalı görünen bir kamerayı elime tutuşturarak arkadaşıyla fotoğraflarını çekmemi istiyor. Fotoğrafa izin verildiğini sanmıyorum, bunu ona açıklamaya çalışıyorum fakat genç adamın kafası karışmış görünüyor, ben de çekiveriyorum. Merci, diyor. Merci, diyorum.
Sessiz alandaki insanlar hâlâ hislerini aktarıyor. Bunun ne kadar sürebileceği kişinin gereksinimlerine ve gereksinimlerin aciliyetine bağlı. Durum hayli ciddi, her şey olabilir. Bu müfrit katedral ortamında her an her şey olabilir. Eğer ki Tanrı, bizim hapı yuttuğumuza, şimdi, burada ölmenin kaderimiz olduğuna karar verirse, işte o zaman bu kadardı. Yaşanacaktı. Yaşanacaktı ve bunu kabul etmeliydik.
***
Balkona ulaşabilmek için sırada bekliyorum. Bir saat geçtikten sonra beklemeyi bırakıyorum. Balkonda kısa bir video veya fotoğraf çekebilirdim; bir şey yakalayabilirdim, tamamlanmamış Gaudi katedralinde tam bu anda neler yaşandığını kaydedebilirdim. Fotoğraf çekmez veya kısa bir video kaydı almazsam hatırlamakta zorlanırım. Anılara erişmekten yalnızca paylaşım düzenleme evresinde keyif alırım, hem teknolojiyi kullanarak bunu yapmak zihinle yapmaktan çok daha kolaydır.
***
Sıcaklıyorum ve hava kaç derece diye kontrol etmek üzere iPhone’uma bakıyorum. Küçük bir avuç dolusu kabak çekirdeği yiyorum. Katedralin en son eklenen dış yapılarını inceliyor ve düşünüyorum:
Tutarsız hissettiriyor.
***
Berlin’de yaşadık. Beş veya altı yıl beraberdik, bunların dördünde evliydik. Berlin fena değildi, ilişkimiz fena değildi. Boşanma evrakları geldiği gün yorumum şu oldu:
Bunun tek suçlusu sensin, hayır, öyle demek istemedim, ama altmışa kırk, altmış beşe otuz beş diyebilirim.
Tüm eşyalarımızı apartmanda bıraktık ve toplanmaları için 3500 euro ödememiz istendi. Görevliye e-posta yollayarak mobilyalar ve kıyafetlerin bağışlanmasının mümkün olup olmadığını sordum. E-postaya Orla’yı da iliştirdim, o da cevapladı:
Söylenenleri onaylıyorum.
***
Ara sokaktan inerek Bar Pastis’e yürüyorum. Katalancam eskisine kıyasla çok daha iyi, sanki her üç ayda bir gelişme fark ediyorum. Barmen Gerard bugün gergin göründüğümü söylüyor. Önce Katalanca sonra İngilizce söylüyor bunu ama iki versiyon tam olarak birbiriyle uyuşmuyor gibi ve ben onun ne demeye çalıştığını anlayamıyorum. Bir Estrella istiyorum ve ona da bir tane teklif ediyorum. Barda oturup 1995 sonrası en iyi oyun kurucular hakkında konuşuyor ve içiyoruz.
Gerard’ın mesaisi bitiyor ve benimle oturmak yerine yeni alacağı bisiklete aracı olacak arkadaşıyla buluşması gerektiğini söylüyor. Gitmeden önce elini omzuma koyup sabit dişliler hakkında bir şeyler geveliyor. Bardan kalkıp ön taraftaki pencere yakınlarında bir tabureye çöküyorum. Estrella’mın yarısını içiyor ve yanda duran Estrella’ya bakıyorum, dolu.
***
Boşandığımızda Orla’yı Facebook’tan engelledim. Bana e-posta atarak bunun iyi bir fikir olduğunu, hareketlerimi onayladığını, kendisinin de aynı şeyi yapmayı düşündüğünü fakat agresif görünmek istemediğini söyledi. Sordu:
Mutlu musun? Yürümemesinin sebebi belki de senin düşünmeyi hiç bırakmıyor oluşundu gibi hissediyorum. Hâlâ öyle misin? Hayatında olmayışım bunu değiştirdi mi, benim suçum muydu, karakterinin bu yanını tetikliyor muydum? Her neyse, artık bir önemi yok. Günlerin nasıl geçiyor, uyandığında ne yapıyorsun? Vaktini nasıl dolduruyorsun? Hâlâ spora takıntılı mısın? Eskiden birlikte IMDB’den fragman seyrederdik, hatırlıyor musun? Cumartesi sabahları yaptığımız bir şeydi. Hâlâ yapıyor musun? Nerede yaşıyorsun? Mutlu musun? Mutlu olmanı isterim.
E-postasını cevaplamadım. ‘Diğer’ klasörünün alt dosyası olan ‘Orla’ya arşivledim. Diğer Orla. Oral Diğer. Yaşadığım yerde geniş bant internet bağlantısı yoktu, interneti her gün belki yalnızca yarım saat kadar, Starbucks’ta otururken kullanıyordum. Bir kez Orla’yı Google’da aratmayı denedim ancak hiçbir şey çıkmadı ve onun internet üzerinde tamamen izsiz olması inanılmaz göründü. Sahte bir Facebook hesabı açıp onu aramayı denedim fakat hiçbir şey bulamadım. Belki de ölmüştür diye düşündüm ve güldüm—
***
Saatime bakıyorum, 11.30. Apartmandan tanıdığım bir arkadaş karşımda oturuyor. Hâlâ Estrella içiyoruz ama o yanında iki absent getirmiş.
Galce, Katalanca ve İngilizce İsa diyorum.
Artur gülüyor ve Katalanca, Galce, İngilizce İsa diyor.
Artur iki absent daha getiriyor. Bana eskiden okul çıkışlarında arkadaşlarıyla nasıl mahalleyi turlayıp İspanyol bayrakları aradıklarını ve bulduklarında indirip köpek bokuna buladıklarını anlatıyor. Ona onayladığımı söylüyorum, gülüşüyoruz, çak bir beşlik sonra sarıl. Biraz ağlıyorum. Absent içiyoruz.
Bilincimi kaybediyorum.
***
Uyanıyor ve yatağımın kenarından kusuyorum.
Bilincimi kaybediyorum. Rüyamda, internetin içinde olduğumu hayal ediyorum. İnternetin içinde olmak fena değil. Tron kadar göze hoş gelmiyor muhtemelen ama iyi. İri bir tilki koşarak yanımdan geçiyor ve kuyruğunu tutmaya çalışarak ona doğru sıçrıyorum. Iskalıyor ve bir delikten içeri düşüyorum. İyiyim, incinmedim. Histerik kahkahalar atarken bağırmaya başlıyorum:
Azınlık raporumu istiyorum.
Sonsuz sayıda sekme gözlerimin önünde açılıyor ve yavaşça bana yaklaşmaya başlıyorlar, tedirgin edici ancak amaca yönelik utanmaz bir kararlılıkla. Gözlerimi yumup bekliyorum—
***
Orla daima hayatındaki herkesin gönlünü hoş tutmaya çalışırdı. İnsanlar onun cömert ruhundan, kibarlığından söz ederdi. Babası bir kez karnına yumruk atmıştı, muhtemelen kolunu iki üç sefer bükmüştü belki daha başkaca şeyler de ama Orla onu affetmişti ve her Pazar kahvaltısını hazırlardı. Pisliğin tekiydi babası. Orla bunu anlamıştı, içten içe biliyordu. Belki babasını birazcık daha mutlu hissettirebilirse günün birinde adamın kendi başına da mutlu olabileceğini hissediyordu.
Bazen Orla’nın insanlara daha sık haddini bildirmesi gerektiği üzerine tartışırdık. Babasına da. Bana da:
Yardımına nasıl, ne zaman ihtiyaç duyduğumu bu raddeye dek anlamadıysan… Sadece bu kadar kararsız olmayı kes ve kendini kontrol altına al—
***
Bar Pastis’e geri yürüyorum. Öğleden sonra dört, hava belki yirmi altı yirmi yedi derece. Barda bir sandalyeye oturuyorum ve Gerard Estrella koyuyor. Hapisten kaçış filmleri ve sakal yağından konuşuyoruz. Gerard’a ona verdiğim Old Faithful numunesini sevip sevmediğini soruyorum. Gülümsüyor, başını sallıyor, bir Estrella daha koyuyor. Alıyor ve ön pencerenin yanındaki tabureye oturuyorum. Düşünüyorum:
Ayna ve pencere sözcüklerini nasıl da her defasında karıştırdığımı.
Daima ilk içgüdüm onları zihnimde aynı şey için kullanılan farklı sözcükler olarak işlemekti.
Gerard’dan bir Estrella daha istiyorum.
***
MNAC şehirdeki favori mekanımdır. Otobüsten iner, yolu yürür, ana girişi geçer ve atıştırmalıkların bulunduğu servis barının önüne dikiliveririm. Bir pankek sipariş ederim. Bir mojito söylerim. Bugün kalabalık, oturacak pek yer yok ama Japon öğrencilerin yanında bir boşluk buluyorum. Öğrenciler yorgun görünüyor, belki de bu garip ortamda bunalıp sıkılmışlardır. Bilmiyordum. Onlara bakıp diyorum ki:
私たちはここになりまし底から開始
Japoncam kıttır. Sohbeti yürütemem ancak çok temel şeyleri anlayabilirim. Öğrenciler etkilenmiş görünüyor fakat ne cevap verdiklerini yakalayamıyorum. Yemeğimi bitirip içeri geçmek üzere ayağa kalkıyorum.
Üç saattir içerdeyim. Bakıyorum:
Matisse
Pere Serra
Jaume Huguet
Bernat Martorell
Francisco de Zumbaran
Durup Picassolara bakıyorum. En beğendiğimi buluyorum:
Dora Maar’ın portresi.
Eskiden MacBook’umun duvar kağıdında bu vardı. Orla sevmemişti, derdi ki:
Picasso. Daha çok Pikaka.
Ne kadar yoğun baktığımın bilincindeyim. Bakmaya devam etmek istiyorum. Daha da yoğun bakmak istiyorum. Gözlerim yumulu dururken Dora Maar’a kafa atmak istiyorum. Dora Maar git gelli hatta neşeli. Pikaka. Gülmeye başlıyorum. Gülüyorum sanırım. Kesinlikle gülüyorum.
Biri arkamda duruyor.
Pikaka—
Biri omzuma elini koyuyor.
Pikaka—
Pikaka—
Biri merhaba diyor. Biri merhaba diyor, bana.
Yazarın All The Places We Lived kitabından, yayıncısının izniyle alınmıştır.
Richard Owain Roberts
Çeviri: Eris İnal
Bir yanıt yazın